"Zihninde değerli düşünceler doğuran, derin fikir tarlalarının meyvelerini toplar." *Platon, Devlet
10 Mart 2013 Pazar
Özlemeye Dair
İnsan gerçekte ne kadar özler?
Herhangi bir şey, herhangi birisi.
Ne kadar özleyebilirsiniz?
yaşam sizi alıp savururken oradan oraya,
bir yaprak misali. Ve bir yıldız gibi
değişirken her gece yeriniz,
tatlı bir esinti olmaktan ibaret olan
kuzey yeli gibi.
Siz sabit değilken, başka bir şeyin sabit olmasını
ne cüretle istersiniz ki?
bir şeyi özlemek için,
sahip olmanız gerekir.
güneşi özleyemezsiniz mesela
ya da bir nehri
sadece güneşin sıcaklığını özleyebilirsiniz
sadece nehrin sesini özleyebilirsiniz
onların verdiklerini özleyebilirsiniz ama onları değil
çünkü onlara sahip değilsiniz.
siz, gün doğmadan uyanmayan insanlar
nasıl güneşi özleyebilirsiniz ki?
8 Mart 2013 Cuma
Eski Bir Hangar
Eski bir hangar.. Eski bir sarı boya duvarlarda… Eskiden
kapının olduğu büyük açıklıktan içeri girdiğinizde bedeninizi kaplayan o terk edilmişlik
duygusu. Duvarları süsleyen amatör sprey boyaları ve yazıları. Yerlerde kalıntı
sprey boya kutuları var, çoğu ezilmiş. Ortamdaki nem, yer yer yüreğinize
işliyor. Küçük su birikintileri, zemindeki çatlaklar, köşede duran eski, büyük,
demir dolap. etrafta yıllanmış taş duvarlardan ayrılan yığınlar ve cam parçaları
ilişiyor gözünüze. Sizden beş metre yukarıda kubbe şeklinde bir tavan var,
duvar boyaları soyulmuş. Hangar, yaklaşık otuz metre uzunlukta ve yirmi metre
genişlikte. Duvarlar dört metre kadar yukarı uzanmış. Ruhunuzu kaplayan derin
bir sessizlik havasını tamamlayan o yıkık görüntüler bunlar. Duvarların üstünde
eskiden hoş göründüğünü düşündüğünüz camlar var, çoğu kırılmış. Duvar
kenarlarında kırık cam parçaları, yer yer hangarın ortasına kadar sıçramışlar. Damla
damla akan suyun sesi, pencerelerden giren güneş ışınlarıyla mistik bir hava
yaratıyor. Duvar altlarındaki deliklerin birinden fare çıkıyor aniden. İrkiliyorsunuz
ve geri adım attığınızda o kırılma sesi..
Pencerelerden düşen bir cam parçasına bastığınızı anlıyor ve
yönünüzü değiştiriyorsunuz. Hangarın diğer tarafına doğru birkaç adım
atıyorsunuz. Artık adımlarınız daha dikkatli. Birden bir havlama sesi
duyuyorsunuz yakından. Yankılandıkça ses azalıyor yavaşça. Kalp atışlarınız
hızlanıyor. Nefes alış veriş hızınız adrenalinle birlikte hızla artıyor.
Kaskatı kesiliyorsunuz, kıpırdayamıyorsunuz hiçbir yere. Yavaşça arkanızı
dönüyorsunuz nefesinizi tutmaya çalışarak. Orada, sizden on metre kadar uzakta
iri bir köpek duruyor. Belli ki sokak köpeği. Kahverengi teni ve sivri dişleri
sizi daha da korkutmaktan başka bir işe yaramıyor. Olduğunuz yerde eğilip en
yakından kalın bir demir parçası alıyorsunuz. Birkaç saniye köpekle bakıştıktan
sonra köpek geri çekiliyor ve girdiğini düşündüğünüz yerden geri çıkıyor. Kısa
ve ani bir gülümseme beliriyor yüzünüzde. Derin bir oh çekiyorsunuz, artık
rahatladınız. Rahatlamanın verdiği huzurla elinizdeki demiri yere bırakıyorsunuz.
Demir yere düşerken büyük bir hata yaptığınızı anlıyorsunuz fakat çok geç
kaldınız. Demir, bir su birikintisine düşüyor, pantolonunuz ve ayakkabılarınız
çamur oluyor. Bunca şeye rağmen bir kez daha gülüşüyor ve hangarın o büyük
kapısından yavaşça çıkıyorsunuz. Adım adım ve dikkatli…
5 Mart 2013 Salı
Zor İş
Şiir yazmak zor iş
be kardeşim…
Onca dert, onca
sızı,
Bir kâğıda sığar
mı hiç?
Sığmaz…
Bu yüzden güzel,
Bu yüzden şahane…
Şiir yazmak zor iş
be kardeşim…
Aklın oradayken,
burada yazmak,
“Sen!” diye
başlamak şiire
ve “Ben!” diye
bitirebilmek…
Kısacık cümlelerde
gizli özneye koyabilmek seni…
Gözyaşların damla
damla dökülürken kâğıda,
Umursamamak
damlaları, sessizce yazabilmek…
Şiir yazmak zor iş
be kardeşim
Tatlı bir
tebessümle bakmak kâğıda,
İçten sevmek
kâğıdı, kalemi…
Büyük bir
heyecanla başlamak şiire
ve bitiremeyip
bakmak kağıda boş boş…
Şiir yazmak zor iş
be kardeşim…
Ama güzel,
Ama şahane.
Yırtıp atabilmek
kâğıdı sonunda,
veya yaşayabilmek
sonsuza…
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)