24 Aralık 2016 Cumartesi

Hırsız



gökyüzünden kuşlar çaldık
ve uzaydan yıldızları.
ne kendimizi bulabildik bu karmaşada,
ne de gözlerimizin önündekileri görebildik.

hayat amacımızı ararken yerlere baktık,
eğildik durduk,
fakat her şey gökyüzündeydi,
bilmiyorduk, hepsi gibi.
aradığımızı bulamadık, kaybolduk
aklımızdaki o mağaraya kimseleri sokmadık,
yalnız kaldık.
kimseden ateş dilenmedik, kimseyi aramadık
ve üşüdük,
çok üşüdük..

şimdi kuşlar hak ettikleri yerlerde değil,
hepsi bir yerlerde gözyaşı döküyor çaresizce.
üşüyorlar..
aynada gördük onları, kanadı kırık sevgi dolu kuşlar
iki gözümüz kapalıydı.
nasıl bir kalpsiz hırsız alabilirdi ki özgürlüğümüzü?
ayrıca,
hayallerimizi nasıl çalabilirdik  kendimizden?
işte böyle, aynalarla.
gözlerimize baka baka
çaldık.
ve hiç ağlamadık.

25 Kasım 2016 Cuma

Yolculuklar


Aslında hep yalan söyledim kendime, hatta sizlere.Düşündüğüm onca şeyler, yaşadıklarım. Kim ki bunları yazan diyorum hep, kim? Olduğum insandan farklı olduğuma dair şüphelerim büyüdü zaman içinde.Veya ben değiştim, bilmiyorum.Büyümek zor iş, "çocuk" luktan çıkmakta zorlanıyorum hala. İnsanlar gülmüyor büyüdükçe, buna rağmen gülüyorum.Her şeye rağmen; ülkemin, dünyamın yaşadıklarına, ailemin yaşadıklarına, benim yaşadıklarıma rağmen gülüyorum. Yoksa nasıl çekilir dünya? En zor şeyi ben mi yaşıyorum? Tabiki hayır. Hayat hepimize zor, bir benim başıma geldiği sandığım şeylerin o kadar çok insanda olduğunu gördüm ki, çok doldum. Çok şey gördüm, çok şey keşfedip çok doldum. Hiç ağlamadım, ama çok doldum. Başlayalım bakalım...

Bir süredir yazmadım, yazamadım. Kendimle yalnız kaldığım zamanlar oldu, ama yazamadım bir türlü.Şimdi, sizlere Varşova'dan yazıyorum.Geçen yıl aldığım ani bir kararla Erasmus programıyla geldim buralara. İnsan kafasını dağıtmak, her şeyden uzaklaşmak istiyor bazen. İyi de oldu, nefes almak ve stresten biraz olsun uzak yaşamak güzel. Yaklaşık iki aydır buradayım.  Bu süre zarfında sekiz ülke gördüm, bir çoğunda yalnız gezdim.Aldım sırt çantamı, pasaportumu, biletimi ve bıraktım kendimi "yol"un kollarına. En can yoldaşım kulaklığım oldu, çantamda her zaman bitmek üzere olan bir su şişesiyle onlarca kilometre yol yürüdüm. Bazen ortaçağdan kalma bir köprüde heykeller arasında hayallerimi düşünerek yürüdüm, bazen hiç bilmediğim, sadece müziğiyle beni mutlu eden bir sokak müzisyeninin yanına gidip kahve ısmarladım, tanıştım, hikayesini dinledim. Kimi zaman sincaplara dokunmaya çalıştım parkta, dokunamadım. Başka bir ülkede, donma pahasına sabahın köründe eksi derecede kilometrelerce yürüyüp şehri keşfettim, kahvaltı olarak bisküvi, akşama da ton balığı yedim. Ama mutluydum. Budapeşte'de otobüsümün kalkış zamanına 2 dakika kala metroda koşarak yetiştirken insanlara çarpıp çarpıp özür dilediğimde,  Viyana'da ilk defa buz pateni denememde defalarca düştüğümde, Prag kalesine tırmanırken kulaklığımı çıkarıp gitar çalan müzisyene gülümsediğimde, hatta Riga'da şarjım bitmek üzereyken şehrin bir ucundaki bir gece kulübünde eve nasıl gideceğimi bilmeden dans ederken de, mutluydum.Kimin ne diyeceğine bakmadan "Ben Böyleyim" şarkısında dans ettim sokaklarda kendi başıma. Her zaman ne istersem onu yaptım yani, pek düşünmeden.

Ve sonra, belki de en önemlisi kendimi keşfettim yolculuklarımda. İnternet olmadan da yaşanabileceğini, para olmadan da konaklama sağlanabileceğini öğrendim. 10-20 kişilik odalarda hiç tanımadığım insanlarla aynı yerlerde kaldım. Yeni insanlarla tanıştım. Her insanın gerçekten ayrı bir hikaye olduğunu öğrendim. İnsanın zararlı olan bencilliği atması için yeni insanlar tanıması gerekiyormuş. Yeni şarkılar keşfettim bir de, bana eşlik ettiler sakin sakin.Gözlerine baktım insanların yürürken, kuzeyden güneye her yerde herkeste bir hüzün gördüm. Savaşlara küfrettim her an, ardından güzel bir gelecek umut ettim. Bazen kendimi müziğin akışına bırakıp dans ettim, dans edebildiğimi keşfettim. Gecenin bir yarısı arkadaşlarımla çıkıp yemek yedim, düşünmeden.Aynı sabah okula gitmek istemedim ve uyudum, risk aldım. Her zaman bir şeyler kattım sanki benliğime, artık söylediğim "beyaz" yalanlardan da utanmaya başladım. Olduğum gibi görünmeyi öğrendim. Çünkü yaşam bize insanlardan başka şeyler de sunuyor, bunları keşfedebilmek önemli. Şans eseri o kadar güzel şeylere rastladım ki; ya ben değiştim ya da kendi benliğimi buldum. Eski bir sözün de dediği gibi "Kendi yolunu bulamayan, bütün yolları boşuna yürür."


8 Eylül 2016 Perşembe

Önsöz

Her şey hislerin karışmasıyla başladı. Gözlerin duyması, kulakların görmesi ve dudakların utanması. Tüyleri diken diken o bilindik anılar, hepsi birden karşıma geçti ve sorguladı beni sanki. Gözyaşları, kahkahalar, çılgınca koşulan o çocukluk anıları... Hepsini birden nasıl alabilirdi ki insan yüreğine? Sonra nasıl dönerdim evime, arkadaşlarıma, nasıl bakardım sevdiğimin gözlerine?
Baktım.

Umursamadım aslında, gözlerimi diktim gökyüzüne ve hayal ettim. Ne zaman olacaktı hepsi, ne zaman "oldu" diyebileceğim? Herkes ağlarken aşk filmlerinde, ben hayallerimi düşünerek ağladım; yıldızlar arasında. Sonra yalnız bıraktım kendimi.Taktım kulaklığımı, açtım yolculuk müziklerimi ve yürümeye başladım karanlıkta. Her zaman yolculuk müzikleri dinlerim, hayat bir yolculuk değil midir? Ara sıra insan içine karıştım. Kimi zaman duyduklarımı uzaklaştırdım kendimden, kimi zaman bilerek ışığa baktım uzunca ve yaşarttım gözlerimi. İnsan rahatlama ihtiyacı duyar, buydu sebebi. Bekle, bekle, nereye kadar? Bir adım atmalıydım hayatta, okunmayan onlarca kitap sanki her sabah bana küfrediyordu, yazılamayan kodlar aynı şekilde. Siz hiç her gün aynı yaşadığınız için kendinizden nefret ettiniz mi? Ben ettim. Dizilere verdim kendimi, sıkıcı hayatımdan onlara sığındım.Yalan yok, eğlendim çoğunda ama ben değildim bu. Bir zaman birkaç bardak içtim, belki bir şeylere cevap bulurum da uzaklaşırım her şeyden dedim. Boğazımı yaktığı gibi zihnimi de yaksın istedim.
Yakmadı.

-İşler güzel giderse buraya bir paragraf yazacağım ama şimdilik geçiyorum.-

Gökkuşakları siz neyi hatırlatır? Bana çocukluğumu hatırlatıyor. Neredeyse her fotoğrafta gülen sarışın mavi gözlü çocuğu. Keşke öyle kalsaymışım diyorum bazen. Ne garip, küçükken hissettiğim neredeyse her şeyi hatırlıyorum, ne kadar çok büyümek istediğimi hala biliyorum. Ne değişti büyüyünce? Ayrıca, büyüdüm mü?
Bu kadar ego yeter, dönüşü olmayan bir yoldayız. Herneyse, ülkenin en güneyinde ufak bir sınır şehrinde "bir gün bir şeyleri değiştireceğimi düşünerek" doğdum. Belki de bu yola sonradan girdim, önemi yok. Ne değişti?
Değişmedi.

Hala aynı şeyleri istiyorum, içten içe hep reddettiğim atasözlerimizi doğrulamaya başladım. İnsan tecrübe edinmeden tecrübenin değerini anlamıyor. Bir gün hesaplaştığımda kendimle, yazdığımın ilk bölümü bu olsun, küçümseyeyim kendimi.
    -1-


24 Nisan 2016 Pazar

Atmosfer

Joel Robinson Photography

Aslında dünya o kadar acıklı bir yer ki, sonsuz sayıda hayal kırıklığı, yarım kalan hikayeler.. Sayılamayacak kadar çoğu bir yerlerde bizden bir parça aslında; küçük bir nehre bırakılan küçük bir kağıttan gemi gibi.Bilmesek dahi ruhumuza güzel gelen şarkılar, ansızın gelen koşma isteği, basit bir kelimeden sonra ağlama güdüsü. Hepsi dünyanın ortak acılarının bizlerde buluşması, genetiğimize işlenmiş ve her yudumda içimizi yakan sert bir viski gibi her nefes alışımızda orada. Bu yüzden hangi yaştan, hangi cinsiyetten, hangi renkten olduğumuzun bir önemi olmadan gözyaşlarımızın rengi hep aynı. Bu yüzden hepimizin ortak hayalleri var, oradan düşmesi an meselesi olan bir zirve ağacı gibi; köklerini sağlam bıraksanız da, bir depreme dayanamayan yalandan başka bir şey değil.

Diğer bir yandan, o güzel yeşillikler, dereler tepeler, sonsuz mavi gökyüzü. Yaşlı bir kadının elinden çıkmış bez bir oyuncak kadar güzel hepsi. Tarih boyunca anlatılagelen ve adeta yokoluşa karşı direnen binlerce yıllık masallar kadar kadim, sevdiğin insanın dudaklarına kondurduğun öpücük kadar sonsuz, ve yalnızlığın dinginliğinde alıp başını gitmek kadar harika. Dünya böyle bir yer. Öyle ki, en güzel ve en huzursuz şeyler burada. Hangisini almak istersek, yalnızca yeterince istemek gerekiyor.

Hiçbir zaman dinleyemeyeceğimiz  güzel şarkılar, hiçbir zaman okuyamayacağımız güzel kitaplar bir yerlerde saklanıyor. Gecenin gölgesinin içinde, alev mavisiyle beraber an ve an zihnimizde var olamadan yok oluyor.İşin garip yanı da şu ki, bunları bilmeden ölüp gideceğiz ve arkamızdan söylenecek küçük sözler hiçbir anlam ifade etmeyecek; tıpkı burada yazılanlar gibi...

Bir yanımız batan güneşin turuncusunun yumuşaklığını severken, bir yanımız koyu kan kırmızısının keskinliğini sevecek her zaman. Hayallere dalmışken....
* Çın! *
İki kadehin sesi.
Tırmalayıcı.
Rahatsız edici.
Tebessümler.
Sonrası, üstüne yapılan ve yine anlamsız bir şeref sözcüğü.Hayat bundan ibaret aslında. ve kapanış elbette.
Daha sonra kimsenin yüzünü hatırlamayana kadar "unutmak her şeyi", "her şeyi unutmak" ve tüm dünyanın ortak acılarına bir baharat eklemek. RenkSİZ gözlere bakıp kimseyi tanımamak, kendini tanımamak ve "her şeyi silip" küf yeşilinin limitsiz maviyle buluştuğu deniz kıyılarına göç etmek. Hayallerinin peşinden koşmak için atmosfere çıkmak, dönmemek,..
Ya da diğer yolu seçip sade yalanlara tebessüm edip umursamamak.  Bir kuş kadar özgür, çita kadar hızlı, tanrı kadar yaratıcı olmak. Çocukluğunun geçtiği yollardan yürümek, hatta dayanamayıp koşmak, bir çocuk gibi, -kendin gibi-
Sevdiğin insana sarılmak için yola çıkmak, onu da alıp atmosfere çıkmak,
dönmemek...
Atmosfer önemli,
iyi insanlar kadar...

27 Mart 2016 Pazar

Bitiriş

Yalnızlaştıkça insan, yüreğindeki kuşlar bir bir ölürmüş derler.O kuşların yerleri bir bir boşalır ve fark etmemeye başlarsınız hiçbir şeyi. Gözlerinizi dikip saatlerce daldığınız zamanlar, notalarda anlam bulup notlardan bıktığınız anlar.. Gözleriniz bir tutam şekerin çayda erimesini izlemekten başka bir şey yapamaz. Kafeine boğulursunuz, filmlere boğulursunuz, nefes alır yine boğulursunuz. Uyku felci gibi durumunuzdan haberdarsınız fakat dokunamazsınız düşüncelerinize, kayıp giderler.  Daldıkça derine dalarsınız ve dibi görmeye yakınken, boş boş adımlamaya başlarsınız şehrin sokaklarında. Bir gün ansızın yürürken kafanızı kaldırdığınızda gökyüzüne ve anladığınızda yalnızlığınızı, o an, biter. Güvercinlerin yuva yaptığı, astronotların evler kurduğu ve milyarlarca kilometre uzaklıktaki noktasal cisimlerle dolu gökyüzüne selam verdiğiniz o an,
biter.

Her soluduğunuzda nefes almaktan nefret ettiğiniz dumanlar, her gördüğünüzde kör olmayı dilediğiniz insanlar ve anlarınızı mahveden o mesajlar. Bir bir üzerinize gelir etten duvarlar ve o ünlü mutluluk tablosuna daha da bir hayran şekilde baktığınızı fark edersiniz. Hayallerinizin sizden alındığı, cepleriniz boş, karnınız aç gezdiğiniz zamanları düşündükçe ağlamak istersiniz fakat aksine, tek bir damla dökülmez gözlerinizden, yalnızca boğazınızda bir düğüm. Ardından bir gün, yıldızlara baktığınızda, o küçük noktaların hala bir umutla ışık vermesine ithafen gözlerinizi kapatır ve hissedersiniz. Tekrar oksijen almak, tekrar gözlerini açmak, aşık olmayı dilemek. Yalnızca ufak bir noktanın sizlere bahşettiği gram gram artan heyecanlar...
Hepsi, biter.
Ya nasıl?

Her son bir başlangıç mıdır?