25 Kasım 2016 Cuma

Yolculuklar


Aslında hep yalan söyledim kendime, hatta sizlere.Düşündüğüm onca şeyler, yaşadıklarım. Kim ki bunları yazan diyorum hep, kim? Olduğum insandan farklı olduğuma dair şüphelerim büyüdü zaman içinde.Veya ben değiştim, bilmiyorum.Büyümek zor iş, "çocuk" luktan çıkmakta zorlanıyorum hala. İnsanlar gülmüyor büyüdükçe, buna rağmen gülüyorum.Her şeye rağmen; ülkemin, dünyamın yaşadıklarına, ailemin yaşadıklarına, benim yaşadıklarıma rağmen gülüyorum. Yoksa nasıl çekilir dünya? En zor şeyi ben mi yaşıyorum? Tabiki hayır. Hayat hepimize zor, bir benim başıma geldiği sandığım şeylerin o kadar çok insanda olduğunu gördüm ki, çok doldum. Çok şey gördüm, çok şey keşfedip çok doldum. Hiç ağlamadım, ama çok doldum. Başlayalım bakalım...

Bir süredir yazmadım, yazamadım. Kendimle yalnız kaldığım zamanlar oldu, ama yazamadım bir türlü.Şimdi, sizlere Varşova'dan yazıyorum.Geçen yıl aldığım ani bir kararla Erasmus programıyla geldim buralara. İnsan kafasını dağıtmak, her şeyden uzaklaşmak istiyor bazen. İyi de oldu, nefes almak ve stresten biraz olsun uzak yaşamak güzel. Yaklaşık iki aydır buradayım.  Bu süre zarfında sekiz ülke gördüm, bir çoğunda yalnız gezdim.Aldım sırt çantamı, pasaportumu, biletimi ve bıraktım kendimi "yol"un kollarına. En can yoldaşım kulaklığım oldu, çantamda her zaman bitmek üzere olan bir su şişesiyle onlarca kilometre yol yürüdüm. Bazen ortaçağdan kalma bir köprüde heykeller arasında hayallerimi düşünerek yürüdüm, bazen hiç bilmediğim, sadece müziğiyle beni mutlu eden bir sokak müzisyeninin yanına gidip kahve ısmarladım, tanıştım, hikayesini dinledim. Kimi zaman sincaplara dokunmaya çalıştım parkta, dokunamadım. Başka bir ülkede, donma pahasına sabahın köründe eksi derecede kilometrelerce yürüyüp şehri keşfettim, kahvaltı olarak bisküvi, akşama da ton balığı yedim. Ama mutluydum. Budapeşte'de otobüsümün kalkış zamanına 2 dakika kala metroda koşarak yetiştirken insanlara çarpıp çarpıp özür dilediğimde,  Viyana'da ilk defa buz pateni denememde defalarca düştüğümde, Prag kalesine tırmanırken kulaklığımı çıkarıp gitar çalan müzisyene gülümsediğimde, hatta Riga'da şarjım bitmek üzereyken şehrin bir ucundaki bir gece kulübünde eve nasıl gideceğimi bilmeden dans ederken de, mutluydum.Kimin ne diyeceğine bakmadan "Ben Böyleyim" şarkısında dans ettim sokaklarda kendi başıma. Her zaman ne istersem onu yaptım yani, pek düşünmeden.

Ve sonra, belki de en önemlisi kendimi keşfettim yolculuklarımda. İnternet olmadan da yaşanabileceğini, para olmadan da konaklama sağlanabileceğini öğrendim. 10-20 kişilik odalarda hiç tanımadığım insanlarla aynı yerlerde kaldım. Yeni insanlarla tanıştım. Her insanın gerçekten ayrı bir hikaye olduğunu öğrendim. İnsanın zararlı olan bencilliği atması için yeni insanlar tanıması gerekiyormuş. Yeni şarkılar keşfettim bir de, bana eşlik ettiler sakin sakin.Gözlerine baktım insanların yürürken, kuzeyden güneye her yerde herkeste bir hüzün gördüm. Savaşlara küfrettim her an, ardından güzel bir gelecek umut ettim. Bazen kendimi müziğin akışına bırakıp dans ettim, dans edebildiğimi keşfettim. Gecenin bir yarısı arkadaşlarımla çıkıp yemek yedim, düşünmeden.Aynı sabah okula gitmek istemedim ve uyudum, risk aldım. Her zaman bir şeyler kattım sanki benliğime, artık söylediğim "beyaz" yalanlardan da utanmaya başladım. Olduğum gibi görünmeyi öğrendim. Çünkü yaşam bize insanlardan başka şeyler de sunuyor, bunları keşfedebilmek önemli. Şans eseri o kadar güzel şeylere rastladım ki; ya ben değiştim ya da kendi benliğimi buldum. Eski bir sözün de dediği gibi "Kendi yolunu bulamayan, bütün yolları boşuna yürür."