Ne zaman bir bebeğin minicik eliyle parmaklarınızı sıktığını hatırlıyorsunuz en son?
Ya da ne zaman sebepsizce kırlarda koşarak enerji dolu ve mutlu olduğunuzu hatırlıyorsunuz?
Çok oldu değil mi?
Sebepsiz yere arar olduk hayal kırıklıklarını.
Çünkü insanlar bizi o kadar üzdü ki,
O kadar kırdılar ki kalplerimizi,
Ne olduğunu anlayamadan kanıksadık bu durumu.
Yağmur serpti hafiften, şemsiyemizi çıkardık anında.
Oysa bilmiyorduk yağmurda ıslanmanın verdiği huzuru.
Biz insanlar ruhsuzlaştık.
Biz insanlar, hayatın bize sunduğu harika şeyleri görmezden gelip sadece ağladık!
Hem de en mutlu günlerimizde bile alıştık ağlamaya.
Evet aldatıldık,
Evet arkadan vurulduk!
Evet yaşarken öldürdüler bizi bazen!
Peki neyi değiştirdi?
Güneş hala tüm sıcaklığıyla karşımızda değil mi her sabah?
Kuşlar cıvıldamayı kesti mi?
Dünya dönmeyi bıraktı mı?
Hayattan zevk almayı unuttuk biz büyüdüğümüzde.
Gülerek paslı çivilerle oynamayı, istediğimiz gibi yiyip içmeyi unuttuk.
Ufacık dertlerden kendimizi dünyadaki en dertli, en mutsuz insan ilan ettik.
Hep bardağın boş tarafını gördük.
Hep küstük hep inatlaştık hep hüzünlendik.
Peki neye yaradı?
Daha mı mutluyuz kendimizi üzerken?
Daha mı mutluyuz kendimizi kısıtlarken.
Dünyadaki bu ikinci el yaşam savaşında nasıl göğüs gerip saldıracağımızı bilmeden,
Savunmaya geçtik anında.
Ve sonunda dört bir yandan sardılar etrafımızı.
Kapladı üstümüzü kara bulutlar.
Bu sefer daha çok ağladık.
Sağanak sağanak yağdı üstümüze inkar bulutları.
Ve biz, hayata karşı koyup gülmek yerine oturup dertlerimize ağladık.
Bardağın dolu tarafını da döktük, boşalttık bardağı.
Peki ne uğruna?
Daha şanslı olmak adına,
Olasılık adındaki bu samanlıkta, mutluluk olan iğneyi aradık.
Hem yorgun düştük, hem de kaybettik kendimizi
'Şanssız' bildik ruhlarımızı,
Sonunda ruhsuz kaldık...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder