Tonlarca ağırlığı hüznün, sis gibi çöktü şehrin
üzerine. Sanki bir tutsağa zincir vururcasına, yağmur sesleri vurdu çatılara.
Pat, pat, pat… Her bir damla atılamayan bir çığlıktan farksızdı. Hikayeler çok ağırdı, insanlar görmüyordu. Kimler kimlerin önünden acımasızca geçiyor ve nedense
bir kişi bile hayata karşı bağırmıyordu şehirde. Örneğin bakımsız, kirli elleriyle bir çöp
toplayıcısı geçiyordu kaldırım kenarından yavaştan, kimse yüz vermiyordu. Oysaki bilmiyorlardı
elleri dünyayı temizlerken kirlenmişti. Herkes bastı üstüne adamın yüreğinin ve
yine kirlettiler kaldırımları. Yağmur da silemedi lekeleri. Ufacık bir lekeyi silemiyorsa yağmur,
neden yağardı? Neye yarardı yağmur bir şehre nefes aldırmayacaksa? Şehrin emeklerini
görmezden gelir gibi bir o yandan yağdı yağmur, bir bu yandan.
Yağmurun altında, diğer bir yanında şehrin, annesinin
elinden tutmuş küçük bir kız çocuğunun şekeri düştü elinden hızlıca karşıya geçerken.
Arabalar öyle hızlı geliyordu ki, yalnızca karşıya geçince hızlıca bakabildi
çocuk düşen şekere. Sağanak sağanak yağan yağmurun altında kirli araba
tekerlekleri bir bir ezerken düşen şekeri, çocuğun gözünden yalnızca bir damla
yaş akabildi. Tüm malvarlığı oydu çocuğun ve önümüzdeki haftaya kadar başka
şeker alamayacaktı. Şeker mi pahalıydı, yoksa yaşam mı? Ve buraya da acımasızca
düşen yağmur taneleri sildi gözyaşlarını çocuğun, farkedilmeden.
Şehre yakın olan nehir kıyısında ufak bir okulda ders işleniyordu
o saatlerde. Küçük bir köy okuluydu burası. Yıllarca okumuş öğretmen,
çocukların gözlerine ışık verebilmek için “hayat bilgisi” anlatıyordu. Ama her
yerden damlıyordu okul. Her köşe başında ağzına kadar dolmuş su kovaları, hani
şu ilkokul girişlerindeki yangın bölmesinde olan kovalardan. Her şimşek
çaktığında o küçük çocukların gözlerinde korku oluşuyordu, fakat ne yapsındı
öğretmen? Bir baba gibi, bir anne gibi sarıldı hepsine teker teker ve
korkmamalarını söyledi. Her şey geçecekti, geçmeyecek olsa da böyle söylemesi
gerektiğini biliyordu.
Küçük şehrin yıllanmış seralarında ufak çatılı bir evde
yaşlı bir teyze ile amca oturuyordu. Sessizce yağmuru izliyorlardı, belki de
çocukları çoktan yanlarından ayrılmışlardı, yırtılmakta olan seralarına bakıp
hüzünlendiler, yaşamak için tek uğraştıkları şey, hiç bitmeyecek gibi saatlerdir
yağan yağmurun altında yok oluyordu. Ama yine de sessizlerdi, ne bir telaş
vardı gözlerinde ne bir yaş. Çünkü biliyorlardı, hangi gözyaşı, hangi ağıt
değiştirebilirdi ki hava durumunu?
Yer yön farketmeden, yağmur sağanak sağanak vurdu
çatılara, kaldırımlara ve ufak bir kız çocuğunun şekerine. Herkese bir hüzün
dağıttı, bir sis dalgası bıraktı ardında yıkımdan oluşan. Ve insanlar ellerini
ceplerine atıp gökyüzünü izlediler.
Her şeye rağmen,
Bu sis bulutunun ardından
Gülümsediler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder