9 Aralık 2013 Pazartesi

Özgür İnsan

ON SEKİZİNCİ TÜRKİYE LİSELERARASI
 FELSEFE OLİMPİYADI
17 KASIM 2013
               

Ey adam! Sana ne hazır bir yüz ne de özgün, doğuştan gelen bir özellik verdik, ta ki kendi yerini, biçimini, yeteneklerini kendin seçesin, onları kendi yargın, kendi kararın ile edinebilesin. Bütün öteki yaratıkların doğası bizim koyduğumuz yasalarla belirlenip sınırlanmıştır. Oysa senin önünde böyle yasalar yok, kendi yüzünün çizgilerini sana koruma görevini verdiğimiz için özgür isteğinle çizebilirsin.”

                 Pico della Mirandola, İnsanın Değeri Üzerine Söylev,
           çev. Levent Özşar, Biblos Kitabevi Yayınları, Bursa, 2006, s.17



  Özgür İnsan                                                                  

  Antik Yunan’da Sokrates, bilginin doğuştan aklımızdan var olduğu, daha sonra bir öğretmen yardımıyla onu açığa çıkarabileceğimizi düşünmüştü. Peki buna kişiliğimiz dahil miydi? İnsani değerlerimiz, doğuştan mı geliyordu? Yakın zamanda izlediğim bir belgeselde ahlaki değerlerimizin doğuştan gelip gelmediği üzerine araştırma vardı. Bebeklere kukla gösterileri üzerinden iyi ve kötü insanlar anlatılıyor, gösteriden sonra bu kuklalardan birini seçmeleri isteniyordu. Bebeklerin dörtte üçü iyilik yapan kuklayı seçtiler. Bu bebekler bir yaşına dahi basmamışlardı. O halde, hala doğuştan “sıfır” geldiğimizi mi düşünüyoruz?

  Her gün binlerce insan doğuyor. Zamanla büyüyorlar, seçimler yapıyorlar ve belirli yerlere geliyorlar. Bu seçimleri onlara yaptıran ne? Özgür irade mi? Ahlak mı? Aile mi? Çevresel faktörler mi? Görülüyor ki, kişiden kişiye değişmekle beraber yüzlerce etken var. Peki seçimlerimiz ne kadar   “bizim” ? Her an dış dünyayla etkileşimdeyiz. Algılarımızı değiştiren kitaplar okuyor, insanlar tanıyoruz. Bize bırakılan ise seçimlerimizi bu etkenler doğrultusunda yapmak. Yine de başkalarının rüzgârına kapılmadan gemimizi ilerletebilmek, insanların bizi kendi menfaatleri için kullanmalarına izin vermemek, insani değerlerimize hak ettikleri saygıyı göstermek olacaktır.

  “Cogito ergo sum.” Der René Descartes. ”Düşünüyorum, öyleyse varım.” Düşünmek algılanmak demektir. Algılamak ise üretimin ilk aşamasıdır. Üretmek, var olmaktır ve hayatınızın ressamı olamadığınızda aslında hiç olmamış veya yalnızca bir kukla olmuşsunuzdur.

  İnsan olmak yaratmaktır. İnsan, fikirler yaratır. İnsan her zaman tanrısallık arar içinde. Bu yüzdendir ki, başkalarının hayatlarına müdahil olma, onları yönetme isteği taşır insan. Bu yüzdendir ki, onlarca marka hayvanlar üzerinde acımasız deneyler yapmakta ve bundan çoğunluk rahatsız olmamaktadır. İşte bu, insanlığın yarattığı bir başka fikir olan ‘ego’dur. Latince çok yüzlülük anlamına gelen ‘poli-tika’ buradan, egonun tam kalbinden doğmuştur. İnsanları yönetme arzusu ve bunun için her türlü zorbalığa başvurabilecek olmak egonun bir sanrısı değilse, hiçbir şey değildir. ‘Prens’ kitabının yazarı Niccolo Machievelli Rönesans krallarına devletin zorbalık yapabileceğini söylediği zaman, modern diktatör hükümetlerin ve demokrasi adı altında yapılan baskıcı söylemlerin temeli olmuştu. Bu da farklı bir çağın başlangıcıydı

  Yaşadığımız yüzyılda toplumun temel öğeleri olan değerler, hala özgür irademizi kısıtlamaktadır. İnsan toplumdan bağımsız düşünülemediği gibi yetenekleri ve ilgileri bu doğrultuda gelişmektedir. İnsanlık var olduğundan beri toplumuna ve çağına uygun gelişmiş ve yaşamış; çağlar değişmiş, fakat insani değerler değişmemiştir. Sun Tzu’nun yaklaşık 5000 yıl önce savaş hakkında düşünce ve stratejileri insani değerlere indirgeyerek yazdığı “Savaş Sanatı” hala önemli kitaplardan sayılmakta ve iş ve sosyal hayatta başarı için örnek alınmaktadır.

  Felsefenin temel prensipleri olan düşünmek ve sorgulamak, özgür iradeye dayanır. Özgür iradesi olmayan bir kişinin felsefe yapamayacağı gibi özgür düşünce ortamı olmayan yerde felsefe olmaz. Bu sebepten dolayı felsefe, bir demokrasi ve özgürlük ortamı sağlayan Antik Yunan’da ortaya çıkmıştır. Varoluş bakımından özgürlük kavramı, insanın doğasında bulunur. İnsan, özgür olmak ister. Ancak ve ancak özgürlük bir hak değil, sorumluluk olarak algılandığı zaman gerçek özgürlük kavramı ortaya çıkacaktır, tabii böyle bir şey var ise..

  Özgürlük ve adalet kavramlarının ilk kez 18. Yüzyılda bu denli önem kazanmaya başlamasıyla insana verilen önem büyük bir ivmeyle arttı. J.J. Rousseau gibi aydınlar dünyanın geleceğini kökten değiştirecek bir ‘Özgür İnsan’ devrimine insanlığı hazırladılar. Bu devrime ayak uyduranlar bir dala tutundu, uygulayamayan zihniyetler ise bir bir çöktüler. Özgürlük düşüncesi sonunda dünyanın dört bir yanını sardı. Bu devrimin etkileri günümüzde sürmeye devam etmektedir ve edecektir. Özgür insan içimizde bir yerlerde ve bunu ortaya çıkarmak, kendimizi ve insanlığı gerçekten anlamamızı sağlayacaktır.

                                                                                                Ilgaz Onur Taş 
                                                           İskenderun İstiklal Makzume Anadolu Lisesi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder