ON SEKİZİNCİ TÜRKİYE LİSELERARASI
FELSEFE OLİMPİYADI
FELSEFE OLİMPİYADI
17 KASIM 2013
“Ey adam! Sana ne hazır bir yüz ne de özgün, doğuştan gelen bir özellik verdik, ta ki kendi yerini, biçimini, yeteneklerini kendin seçesin, onları kendi yargın, kendi kararın ile edinebilesin. Bütün öteki yaratıkların doğası bizim koyduğumuz yasalarla belirlenip sınırlanmıştır. Oysa senin önünde böyle yasalar yok, kendi yüzünün çizgilerini sana koruma görevini verdiğimiz için özgür isteğinle çizebilirsin.”
Pico della Mirandola, İnsanın Değeri Üzerine Söylev,
çev. Levent Özşar, Biblos Kitabevi Yayınları, Bursa,
2006, s.17
Özgür İnsan
Antik Yunan’da Sokrates, bilginin doğuştan
aklımızdan var olduğu, daha sonra bir öğretmen yardımıyla onu açığa
çıkarabileceğimizi düşünmüştü. Peki buna kişiliğimiz dahil miydi? İnsani
değerlerimiz, doğuştan mı geliyordu? Yakın zamanda izlediğim bir belgeselde
ahlaki değerlerimizin doğuştan gelip gelmediği üzerine araştırma vardı.
Bebeklere kukla gösterileri üzerinden iyi ve kötü insanlar anlatılıyor,
gösteriden sonra bu kuklalardan birini seçmeleri isteniyordu. Bebeklerin dörtte
üçü iyilik yapan kuklayı seçtiler. Bu bebekler bir yaşına dahi basmamışlardı. O
halde, hala doğuştan “sıfır” geldiğimizi mi düşünüyoruz?
Her gün binlerce insan doğuyor. Zamanla
büyüyorlar, seçimler yapıyorlar ve belirli yerlere geliyorlar. Bu seçimleri
onlara yaptıran ne? Özgür irade mi? Ahlak mı? Aile mi? Çevresel faktörler mi?
Görülüyor ki, kişiden kişiye değişmekle beraber yüzlerce etken var. Peki
seçimlerimiz ne kadar “bizim” ? Her an
dış dünyayla etkileşimdeyiz. Algılarımızı değiştiren kitaplar okuyor, insanlar
tanıyoruz. Bize bırakılan ise seçimlerimizi bu etkenler doğrultusunda yapmak.
Yine de başkalarının rüzgârına kapılmadan gemimizi ilerletebilmek, insanların
bizi kendi menfaatleri için kullanmalarına izin vermemek, insani değerlerimize
hak ettikleri saygıyı göstermek olacaktır.
“Cogito ergo sum.” Der René Descartes.
”Düşünüyorum, öyleyse varım.” Düşünmek algılanmak demektir. Algılamak ise
üretimin ilk aşamasıdır. Üretmek, var olmaktır ve hayatınızın ressamı
olamadığınızda aslında hiç olmamış veya yalnızca bir kukla olmuşsunuzdur.
İnsan olmak yaratmaktır. İnsan, fikirler
yaratır. İnsan her zaman tanrısallık arar içinde. Bu yüzdendir ki, başkalarının
hayatlarına müdahil olma, onları yönetme isteği taşır insan. Bu yüzdendir ki,
onlarca marka hayvanlar üzerinde acımasız deneyler yapmakta ve bundan çoğunluk
rahatsız olmamaktadır. İşte bu, insanlığın yarattığı bir başka fikir olan
‘ego’dur. Latince çok yüzlülük anlamına gelen ‘poli-tika’ buradan, egonun tam
kalbinden doğmuştur. İnsanları yönetme arzusu ve bunun için her türlü zorbalığa
başvurabilecek olmak egonun bir sanrısı değilse, hiçbir şey değildir. ‘Prens’
kitabının yazarı Niccolo Machievelli Rönesans krallarına devletin zorbalık
yapabileceğini söylediği zaman, modern diktatör hükümetlerin ve demokrasi adı
altında yapılan baskıcı söylemlerin temeli olmuştu. Bu da farklı bir çağın
başlangıcıydı
Yaşadığımız yüzyılda toplumun temel öğeleri
olan değerler, hala özgür irademizi kısıtlamaktadır. İnsan toplumdan bağımsız
düşünülemediği gibi yetenekleri ve ilgileri bu doğrultuda gelişmektedir.
İnsanlık var olduğundan beri toplumuna ve çağına uygun gelişmiş ve yaşamış;
çağlar değişmiş, fakat insani değerler değişmemiştir. Sun Tzu’nun yaklaşık 5000
yıl önce savaş hakkında düşünce ve stratejileri insani değerlere indirgeyerek
yazdığı “Savaş Sanatı” hala önemli kitaplardan sayılmakta ve iş ve sosyal
hayatta başarı için örnek alınmaktadır.
Felsefenin temel prensipleri olan düşünmek ve
sorgulamak, özgür iradeye dayanır. Özgür iradesi olmayan bir kişinin felsefe
yapamayacağı gibi özgür düşünce ortamı olmayan yerde felsefe olmaz. Bu sebepten
dolayı felsefe, bir demokrasi ve özgürlük ortamı sağlayan Antik Yunan’da ortaya
çıkmıştır. Varoluş bakımından özgürlük kavramı, insanın doğasında bulunur. İnsan,
özgür olmak ister. Ancak ve ancak özgürlük bir hak değil, sorumluluk olarak
algılandığı zaman gerçek özgürlük kavramı ortaya çıkacaktır, tabii böyle bir
şey var ise..
Özgürlük ve adalet kavramlarının ilk kez 18.
Yüzyılda bu denli önem kazanmaya başlamasıyla insana verilen önem büyük bir
ivmeyle arttı. J.J. Rousseau gibi aydınlar dünyanın geleceğini kökten
değiştirecek bir ‘Özgür İnsan’ devrimine insanlığı hazırladılar. Bu devrime
ayak uyduranlar bir dala tutundu, uygulayamayan zihniyetler ise bir bir
çöktüler. Özgürlük düşüncesi sonunda dünyanın dört bir yanını sardı. Bu
devrimin etkileri günümüzde sürmeye devam etmektedir ve edecektir. Özgür insan
içimizde bir yerlerde ve bunu ortaya çıkarmak, kendimizi ve insanlığı gerçekten
anlamamızı sağlayacaktır.
Ilgaz Onur Taş
İskenderun İstiklal Makzume Anadolu Lisesi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder