13 Kasım 2024 Çarşamba

Hoşluk

(Image: DALL-E)

Desiderus Erasmus, Deliliğe Övgü kitabında şunu söylüyordu: "Rica ederim bana söyleyiniz, insan kendinden nefret ederse, birini sevebilir mi? Kendi kalbi ile barışık olmazsa başkalarıyla iyi geçinebilir mi? Kendi varlığından canı sıkkın ve yorgun ise topluluğa hoşluk getirebilir mi? Bu soruların hepsine evetle cevap vermek için, deliliğin kendinden daha deli olmak lazımdır."

İnsan ne koşullarda kendinden nefret edebilir ki? Neyi yanlış yapsa, neyi görmese veya görmezden gelse mümkün olabilir bu? Tüm bu yaşanmışlığın ardında, öyle ya da böyle kendimden hiç nefret etmedim. Böyle yetiştirilmedim çünkü, ama böyle de yetiştirmedim kendimi. Çünkü bilirsiniz, insan yetiştirildiğinden çok kendini yetiştirir. Tıpkı inatçı bir çiçek gibidir, istemezse nerde olursa olsun ortama pek de ayak uyduramayanlardan. Kendimden nefret etmeyi hep kendime saygısızlık olarak gördüm, bu yüzden hep neşe saçmaya çalıştım, bu yüzden biraz deli olmaya çalıştım. Her şeyden kaçamadım elbette ancak bu dünyaya "hoşluk" getirmek için kendi çevremi düzenlemeyi başardım, gibi. İnsana başarı duygusu da bir anda geliyor zaten, yıllar boyu çalışsan da, motivasyon bazen hiç beklemediğin şeylere bağlı oluyor. Yaptıklarından gurur duymak için belki de bahane ararken çıkıyor karşına o şans.

Peki ya her şey birbirine bağlı mı, bir yerde bitecek mi bu arayışımız, yoksa eninde sonunda Nietzsche gibi "Beni anlamıyorlar. Ben, bu kulaklara göre ağız değilim." diye diye delirecek miyiz. Geçenlerde yine nehir kenarında yürürken, yürümeyi ne çok sevdiğimi anımsadım açık havada, bunun zihnimi de açtığını. Sonra yalnız değilmişim dedim, böyle bir kitap vardı. Açtım Yürümenin Felsefesi kitabını, okudum. Nietzsche'nin Kara Ormanlarda yaptığı mesai gibi yürüyüşleri, Rimbaud'un bitmek bilmeyen, kendinden kaçışı gibi yürüyüşlerini okudum. Ve karar verdim, ben de yürüyebildiğim kadar yürüyeceğim. Düşünebildiğim kadar düşüneceğim ve her zaman sevdiğim şeyleri yapacağım, sevdiğim insanlarla olacağım. Çünkü her zaman inandığım şudur ki, kendi varlığımla, kendi bakış açımla hoşluk kattığım bu dünyanın önemli bir parçasıyım, yolculuk devam ediyor. 



23 Mart 2024 Cumartesi

Yazamamak


Ben yazmayı hiç öğrenemedim. Okumayı hiç öğrenemediğim gibi. Şöyle bi geçmişe bakacak olursak, kafamın hiçbir şeyi almadığı o günlerde bile yazmak zorundaydım, kağıda kaleme bakmadan, klavyeye aldırış etmeden tüm diller içinden rastgele birini seçip yazmak zorundaydım. Ne garip, kimsenin özgürlüğe sığdıramadığı bazı durumlardan muzdaribim. Üstelik artık şımarıkça da gelmiyor. Nefes almayı borç biliyorum kendime. İyi de nefes alıyorum,  ama bir türlü öğrenemedim yazmayı. 

Bazen okuyasım geliyor, bırak diyorum yazmayı, sanki okumayı öğrenmişim gibi okumaya çalışıyorum. Küçükken hızlı okuma yapmaya çalışırdık. Onun gibi hızlı yazmaya çalıştığım günler bile oldu. Karşılığında yamuk yumuk birkaç paragraf, kelime hazneme eklediğim birkaç ağdalı sözcük dışında pek katkısı da olmadı. O yüzden açıyorum bir kitabı, başlıyorum okumaya. Üç dilde okuyabiliyorum, iki dilde anlayabiliyorum ve bir dilde ağlayabiliyorum. Buna öğrenmek mi denir, ana dilinin kıskacından asla kaçamayacak olmamdan dolayı kahrolmak mı denir?

Başka sorumluluklar yükleniyor üzerime, farkında bile varmadan yarın olacak. Kimisi olağan, kimisi üstü, kimisi hayata dair eleştirilerime yenik düşmek. Ancak insan yalnız kaldığında anlıyor hangi kararlarından mesut olduğunu. İnsan fazla da yalnız kalmamalı. Ah bi yazabilsem bulutlarda gördüklerimi, yazamıyorum ki, öğrenemedim bit türlü ilüzyonları kağıda geçirmeyi. Öğrenebilsem daha rahat severdim, sevmeyi seviyorum çünkü, yazmayı sevdiğim gibi.

Belki bir gün yazarız ha? Belki bir gün gerçekten bir kitaptaki atomlara karışır bu sözcükler ve okuyana gülümseme katar. O güne kadar yazamamaya devam, yalnızca sileriz eksildikçe. Çünkü silgiler ilaç gibidir, kalemden çıkan mikrobu temizler.




10 Şubat 2024 Cumartesi

Patika

Bir şeyler olur. 
Gözün bir görmeye başlar,
her şeyi daha güzel, 
daha sade görmeye başlar, 
üstelik sadece bugünü değil. 
Dünü, yani koskocaman bir dağ olmuş iyiki'leri. 
Yarını, koskocaman başka bir dağ olmuş gelecek hayallerini görür. 
Bir bakarsın ki o iki dağ arasında bir patikadasın, 
yoldasın. 
Ama yalnız değilsin,
yol arkadaşınlasın.
Ve o yol çiçekler açar, 
aşk sunar, kelebekler sunar. 
Tıpkı o eski filmler gibi
Ama gerçek. 
Şu kısa ömründe hiç olmayacağını sandığın bir şey olur. 
İnanılmaz bir şey olur, 
yalnızca sen bilirsin o anlığına.
Sonra dönersin
Ve gözlerine bakarak ona anlatırsın,
Her şey değişir
Fotoğraflar çekilir,
Evet.
.




12 Mart 2023 Pazar

Hatırlatıcı

 

(Resim: Midjourney)

Ne zaman şiirlerimi unutsam

gözlerin gelir aklıma

ve tüm o ilham içime doğar tekrardan.

Ve ilkbaharda karlar eriyip

altından yeşil yeşil fışkırmaya başlayan

hayat gibi olur yüreğim,

gözlerini görünce

gülümsemeni anımsarım.

Bir zincir gibi devam eder tüm güzellikler,

saçların gelir aklıma.

Bakışlarından ayırmak ne mümkündür

Kalp atışlarını, sonsuzluğa yükselen bulutlar gibi

Gidip gelişleri.

Bir hayat diyordum,

başlıyorken tüm kışı geride bırakırcasına

ve ümitsizliğin tesadüflerle buluştuğu

ve umuda dönüştüğü

bir yarımada ülkesine

gidip gelişleri.

Ne zaman unutsam şiirlerimi

kelebek olur gelirim

yaşamına yaşam katmaya.

Ve tüm şiirler sen olur

isimli, isimsiz

her türlü keşfedişleri

anlamlandırmaya

ve aşkın adını koymaya.

Şaşkınlık içerisinde hisleri düşünürken

anlamaya çalışmaya,

bakışlarında olup bitenleri

o anlık ve bilindik muhteşem gülümsemeni.

5 Haziran 2022 Pazar

Geçmişin Masalı

Aslında yaşama dair bir çok şey çok yazılmış, söylenmiş. İlgimizi çeken şeyler, görünce kendimizi alamadığımız, belki sıkıldığımız belki utandığımız her şey ister istemez zihnimizi kitliyor. Hani o eski anları görünce gelen hüzün, yaşanmışlığın ve çocukluğun verdiği buruk haz, belki de yaşlanmaktan korkma korkusu, ya da ölme. Ne garip, ben eğlenceli görünen şarkıların içinde hüzün ararım hep.* Her gülen kişinin ardında hüzün aradığımdan değil, şarkılar başka geliyor. Öyleyse neden şüpheliyim hala gülene, veya gülmeyene? Belki de kendime dair cevabını hiç öğrenemeyeceğim onca sorudan birisi bu.

*"Aslında onlar, öldürmek istiyor ölümü." Kulüp dizisinden beni en çok etkileyen cümle oldu o melodisiyle. Bir sonraki paragrafa geçmeden önce dinlemenizi öneririm. Masal - Kulüp Dizisi

Bir bakıyorum etrafıma, soldurduğum çiçeklere, dinleyemediğim operalara bakıyorum. Okumadığım her kitabı öldürmek zorunda gibi hissetmem bundan mı? Yazdığım satırlara, söylediğim sözlere ve kırdığım insanlara bakıyorum, bir de kıranlara. Aşamadığım her duvarın yıkılmasını istemem bundan mı?

En zor zamanlar insanın kendine bir şeyler itiraf etmek zorunda olduğunu bilmesi, ama edememesi. Kabullenmek bir yenilgi gibi hissediyoruz. Oysa her kabul bir yenilgi olmak zorunda değil. Ancak bunu aşabilmek bir cesaret göstergesi. Yardım isteyebilmek gibi, hatta tıpkı insanın kendi serinliğinde soğuyamaması gibi, bazen olur.

Yaptığımız şeylerin ne kadarını kendimiz için yapıyoruz? Ne kadarını başkaları için, ne kadarı intikam, ne kadarı aşk için? Uzaktan bazen bakıyorum kendime, pek kolay değil tabi kendiyle yaşayan bir insan için bu. Miyop olup da gözlüğü çıkarmak gibi oluyor, zaman zaman mümkün ama farklı, ama rahatsızlık verici. İşte öyle gelen giden anıların arasından saatler ilerliyor. Zaman dehşet bir şey, ne yaparsak yapalım durmuyor, ne yaparsak yapalım daha hızlı ilerlemiyor. Gerçi bunun geçici bir çözümü var uyumak gibi. Ben bazen zaman geçsin diye uyuyorum, bunu yapabiliyorum çünkü "boş" zamanım var ve zamandan beklentilerim var.

Bu aralar bolca dışardaydım, ne ilginçtir ki her yer yasemin kokuyor. Rastgele bir sokak, rastgele bir kapı önünde bolca yaseminler açmış. İlginç diyorum çünkü çocukluğuma dair hatırladığım en bariz çiçek kokusu yasemindi, Arsuz'daki yazlığımızda evin girişinde vardı biraz. Çok severdim, hatta defter yaprakları içinde kurutur sevdiğim kızlara verirdim. Çoğunlukla çocukça ve safça şeyler tabi, o günlere dair anılar kurmak, hiç ışığın olmadığı yerlere gitmek ve gökyüzüne bakmayı hatırlıyorum her yasemin kokusunda. Her elektrik gittiğinde ne kadar sevindiğimi düşündüm şimdi de, yıldızlar öyle güzel görünürdü ki şehir dışında, ah bir de o gözümüze giren sokak lambaları olmasa gereksiz yerlerde, daha iyi olurdu. Nasıl diyeyim bir masal gibi olurdu. Kendi çocukluğumuzun güzel anıları bize hep masal gelir zaten.

06/2022, Bologna

24 Ekim 2021 Pazar

Yolculuğa Çıkmış Gibi

 
Sesli podcast versiyonu:



Meğer insan en çok kaçtığı şeyden en çok etkileniyormuş.

Yıllardan sonra zamana bağlı değiştiğim bir çok gün oldu. Kaybolmak istedim bir çoğunda. Sonra tam kendimi bulduğumu düşündüm, kaçtım oradan buradan, kendini bulmanın en kolay yolu kaybetmek değil mi zaten? Böyle demişti yaşlı bir filozof. Zaten her sene düşünürüm bunu, bu sene ne kadar da değişmişim! Sonra da vazgeçerim. Aylar geçti, kapalı kapılar arasında 10 metrekarede kendimi çok aradım, sanki çözebileceğim bilinmezliğin içerisinde gibi onlarca kez türevini aldım aklımın, değiştiremedim, çözemedim.

Biliyor musunuz? İnsanın hayatta ne yapacağını bilmeden yaşadığı günler oluyor bazen. hani diyor ya güzel bir filmde,bütün koşullar uygunken bile ölemezsin. Hoş, ölmene de gerek yok aslında, yaşasak daha iyi. Zaten yaşamak için seçmedik mi bu hayatı? Ah alsak kendimizi şöyle, çıksak ormanlara, nehirlere varsak. tüm bu insanüstü sıkıntıların ardında geçmişimize dönsek. İnsanüstü diyorum, çünkü insan olmanın sonucu yarattığımız bu karmakarışık medeniyetin içerisinde bireysel olarak boğuluyoruz hepimiz. 

Ben şehirde yürüyüş yapmayı çok severim şehirde, bana da hep iyi gelir. Bir gün yine boğulmaya yakın, meditasyon günümü seçtim, sanki her şeye yeniden başlıyormuşum gibi. İçimde esen kalabalıklar, ve ondan kaçmaya mecburmuşum gibi. kuşlar var etrafımda, yürüyorum Bologna sokaklarında. Yine bir akşam, yine yalnız başıma, öylesine rahat ve yalnızım ki kendi kendime konuşuyorum, kimse dilimi bilmiyor, kimse beni anlamıyor ya da. Anlaşılmanın zor olduğu topraklara göç etmek, göç etmeye çalışmak belki de insanın kendine yapabileceği en büyük kötülük aslında. Peki ya insan ya doğduğu yerde de hiç anlaşılmadığını düşünmüşse, o zaman ne yapmalı? Ya kendi dilini de konuşan insanlara karşı anlaşılamanın ağırlığı altında ezilmiş ise, o zaman fark eder mi nerede olduğu? 

İnsanın kendi toplumundan ayrı hissetmesi, ayrı kalması onu dünya vatandaşı yapıyor bir nevi, çünkü istesek de istemesek de hepimiz bir ev arıyoruz nihayetinde. Bazılarımız için doğduğumuz yer, bazılarımız için doyduğumuz, bazılarımız için yollar. Hepimizin kendini iyi hissettiği bir bölüm var, işte o evimiz. İşte böyle kaybediyoruz kendimizi, bulmak için. Bazen bir dil, bazen bir ev, bazen hiç de sevmediğiniz bir şey gelip sizi buluyor ve tüm o karışıklığınızın özleme dönüşmüş olduğunu fark ediyorsunuz. Tüm o kaçtığımız evler, kaçtığımız yaşamlar öyle veya böyle buluyor bizi;

Nerede olursak olalım, nerede ölürsek ölelim.

Nazım Hikmet'in çok sevdiğim bir şiiri var, belki de en sevdiğim şiirdir. Okumak isterim, dinlemek isterseniz. Biraz uzundur, ama başlayınca bitmesin istersiniz.

İsmi, "Severmişim Meğer."

" Yıl 62 Mart 28
Prag-Berlin treninde pencerenin yanındayım
Akşam oluyor
Dumanlı ıslak ovaya akşamın yorgun bir kuş gibi inişini severmişim meğer
Akşamın inişini yorgun kuşun inişine benzetmeyi sevmedim toprağı severmişim meğer
Toprağı sevdim diyebilir mi onu bir kez olsun sürmeyen
Ben sürmedim
Platonik biricik sevdam da buymuş meğer
Meğer ırmağı severmişim
Ister böyle kımıldanmadan aksın kıvrıla kıvrıla tepelerin eteğinde
Doruklarına şatolar kondurulmuş Avrupa tepelerinin
Ister uzasın göz alabildiğine dümdüz
Bilirim aynı ırmakta yıkanılmaz bir kere bile
Bilirim ırmak yeni ışıklar getirecek sen göremeyeceksin
Bilirim ömrümüz beygirinkinden azıcık uzun karganınkinden alabildiğine kısa
Bilirim benden önce duyulmuş bu keder
Benden sonra da duyulacak
Benden önce söylenmiş bunların hepsi bin kere
Benden sonra da söylenecek
Gökyüzünü severmişim meğer
Kapalı olsun açık olsun
Borodino savaş alanında Andırey'in sırtüstü seyrettiği gök kubbe
Hapiste Türkçeye çevirdim iki cildini Savaşla Barış'ın
Kulağıma sesler geliyor
Gök kubbeden değil meydan yerinden
Gardiyanlar birini dövüyor yine
Ağaçları severmişim meğer
çırılçıplak kayınlar Moskova dolaylarında Peredelkino'da kışın
çıkarlar karşıma alçakgönüllü kibar
Kayınlar Rus sayılıyor kavakları Türk saydığımız gibi
İzmir'in kavakları
Dökülür yaprakları
Bize de Çakıcı derler
Yar fidan boylum
Yakarız konakları
Ilgaz ormanlarında yıl 920 bir keten mendil astım bir çam dalına
Ucu işlemeli
Yolları severmişim meğer
Asfaltını da
Vera direksiyonda Moskova'dan Kırım'a gidiyoruz Koktebel'e
Asıl adı Göktepe ili
Bir kapalı kutuda ikimiz
Dünya akıyor iki yandan dışarda dilsiz uzak
Hiç kimseyle hiçbir zaman böyle yakın olmadım
Eşkiyalar çıktı karşıma Bolu'dan inerken Gerede'ye kırmızı yolda ve yaşım on sekiz
Yaylıda canımdan gayri alacakları eşyam da yok
Ve on sekizimde en değersiz eşyamız canımızdır
Bunu bir kere daha yazdımdı
çamurlu karanlık sokakta bata çıka Karagöz'e gidiyorum Ramazan gecesi
önde körüklü kaat fener
Belki böyle bir şey olmadı
...
çiçekler geldi aklıma her nedense
Gelincikler kaktüsler fulyalar
İstanbul'da Kadıköy'de Fulya tarlasında öptüm Marika'yı
Ağzı acıbadem kokuyoryaşım on yedi
Kolan vurdu yüreğim salıncak buluklara girdi çıktı
çiçekleri severmişim meğer
üç kırmızı karanfil yolladı bana hapishaneye yoldaşlar 1948
Yıldızları hatırladım
Severmişim meğer
Gözümün önüne kar yağışı geliyor
Ağır ağır dilsiz kuşbaşısı da buram buram tipisi de
Meğer kar yağışını severmişim
Güneşi severmişim meğer
şimdi şu vişne reçeline bulanmış batarken bile
Güneş İstanbul'da da kimi kere renkli kartpostallardaki gibi batar
Ama onun resmini sen öyle yapmayacaksın
Meğer denizi severmişim
Hem de nasıl
Ama Ayvazofki'nin denizleri bir yana
Bulutları severmişim meğer
Ister altlarında olayım ister üstlerinde
Ister devlere benzesinler ister ak tüylü hayvanlara
Ayışığı geliyor aklıma en aygın baygın en yalancısı en küçük burjuvası
Severmişim
Yağmuru severmişim meğer
Ağ gibi de inse üstüme ve damlayıp dağılsa da camlarımda yüreğim
Beni olduğum yerde bırakır ağlara dolanık ya da bir damlanın
Içinde ve çıkar yolculuğa hartada çizilmemiş bir memlekete gider
Yağmuru severmişim meğer
Ama neden birdenbire keşfettim bu sevdaları Prag-Berlin treninde
Yanında pencerenin
Altıncı cıgaramı yaktığımdan mı
Bir eski ölümdür benim için
Moskova'da kalan birilerini düşündüğümden mi geberesiye
Saçları saman sarısı kirpikleri mavi
Zifiri karanlıkta gidiyor tren
Zifiri karanlığı severmişim meğer
Kıvılcımlar uçuşuyor lokomotiften
Kıvılcımları severmişim meğer
Meğer ne çok şeyi severmişim de altmışında farkına vardım bunun
Prag-Berlin treninde yanında pencerenin yeryüzünü dönülmez bir
Yolculuğa çıkmışım gibi seyrederek "


Yaşam öyle bir şey ki, benliğimize işlenmiş her bir nokta, durmak bilmeksizin ilerliyor. İlmek ilmek işlenen bir örgü misali ama körüz. Körlüğümüzün arkasında yıllar boyu fark etmeden kazandığımız tecrübe çalışıyor. Bilinçaltımız bizi doğduğumuz şehirlerden alıyor, sürüklüyor, sürüklüyor ve her yerde anılar bıraktırıyor, her yerde notalar bırakıyoruz evrenin müziğine. İşte yaşam bu, tüm kaybolmuşluğumuzun içinde, bulup gidiyoruz kendimizi,
tıpkı Nazım gibi, 
yolculuğa çıkmış gibi, seyrederek. 




22 Kasım 2020 Pazar

Derin Mavi Podcast Yayında! (Spotify, Google Podcasts, Anchor vs.)



Selamlar!

Kasım 2020 itibariyle Felsefe Günlüğü sayfam ile birlikte Derin Mavi Podcast kanalını açmış bulunuyorum. Burada iki tür yayınlar olacak. Birincisi, blogdaki yazıları seslendirdiğim yayınlar, ikincisi ise hayat ve felsefe hakkında konuşmalar yaptığım yayınlar. Tüm bu yayınlara Spotify, Google Podcasts, Apple Podcasts, Breaker, PocketCasts, RadioPublic ve Anchor'dan ulaşabilirsiniz. Linkleri aşağı bırakıyorum.

Spotify

Google Podcasts (spotify hesabı olmayanlara öneririm)

Apple Podcasts (burası da dinlemek için önerimdir)

Breaker

Pocket Casts

Radio Public

Anchor (Yayınları bu platformdan yapıyorum, diğerlerine dağıtım yapılıyor.)


 Tüm yapıcı eleştirilerinizi, fikirlerinizi ve önerilerinizi bekliyorum. Bana sosyal medyadan @derinmavicocuk hesabından ya da instagram: @felsefegunlugu1 sayfasından ulaşabilirsiniz, email atabilirsiniz (ilgazonurtas@gmail.com) ya da bu gönderi altına yorum bırakabilirsiniz. 

Sevgiler! :)








7 Kasım 2020 Cumartesi

dünyanın sessizlik çiçekleri

Fotoğraf: Michael Pederson


işte öylesine derin bir sessizliğe bürünmüştü ki dünya
ben gitmiştim kapıların ardına
tüm o bilinmezliğin arkasında
kapkaranlık gecelerin ürkek yansımalarında 
yenilmeye çalışmıştım
kendimle baş başa bir savaşta. 

ilk zamanlar böyleydi dünya
tüm o yanlış renklerin arasından bir bir adımlarken
görmemiştim önümü
hani sokakta bir çiçeğe rastlarsınız
asfaltın çatlağından cesurca çıkar yaşamaya. 
oysa ne kadar önemliymiş çiçekler ve sokaklar, 
bilememişim. 

şimdi bir yol var
hatta birden fazla yollar var yürünecek
tüm o özlemeleri alıp çekebilecek
yasemin kokuları arasında
aşkın kırılganlığı peşinde
onu gözlemlemeye dair 
ve bir şeyler yazma korkusundan kaçamamaya
özlemeye dair.

kim derdi ki orada olup bakacağım gökyüzünün altın çocuklarına?
eskitilmiş, hatta aldatılmış geçmişle birlikte
güzel günlere dair
tüm o bildiklerimi bilmemeye yemin etmişçesine
görmezden gelircesine
unutmak istercesine
unutulmaya yakın. 

yanlış yapıyorsun be adam
dön kararlarından
kaç! yirmi birinci yüzyıl bekliyor seni
yeryüzü bekliyor, 
hatta gökyüzü bekliyor.
gökyüzü hayal kırıklığına uğratılır mı hiç?
bu dünyada herkes
ama herkes
hayal kırıklığıdır kendince. 
herkes kendi sessizliğine boğulmuştur
ve çok şey yazılmıştır
çok bardaklar kırılmıştır.
kırılmaktan öte
kendini bırakmıştır belki de. 
kim bilir, 
bir bardak olsaydım söyleyebilirdim bunu.
yapayalnız sessizlik içindeyken, hepinize. 
ya da soluk bir çiçek gibi, kendime.

Bologna 
07.11.2020






6 Ağustos 2020 Perşembe

Yıldızlı Gece




Belli belirsiz renklerle parlayan yıldızlara bakıp hayal kurmayı, nefes almayı özlemişim. Kim bilir ne sırlar var oralarda, belki bir gün gideriz de yıldızlara...
Ve aniden geçen bir meteor, hayatta beklenmedik olayları temsil ediyor gibi. Ne öncesini görebiliyorum ne sonrasını, yalnızca o 'şansa' görülen an mevcut. İnsan yarım kalan benliğini aramak için bazen yıldızlara bağlanıyor, bazen aşık oluyor, bazen gözlerini kapatıyor. Elinde olmayan ne varsa bulmak için başka bir el arıyor.
 
Garip değil mi, binlerce yıllık medeniyetin en tepesinde oturmuş, bizi biz yapan yıldızların çoğunu göremiyoruz bile. Yıldızlar olmasaydı insanlık yolunu bulamazdı belki de. Peki kendimizi bu kadar ne zaman kaybettik? İnsan geldiği yeri unutmamalı demez mi atalarımız, bize bırakılan bu yorgun gezegen üzülmüyor mu? Sokrates'in ayak bastığı, Platon'un bize anlattığı, Galileo'nun umutla uzaklara baktığı, Ömer Hayyam'ın aşkla şiirler yazdığı bu dünyayı koruyamadık. En azından şimdilik. Medeniyetin en güzel zamanlarını kaçırmış olabileceğim düşüncesi beni ürkütüyor. İnsanlık olarak kaybettiğimiz estetik değerlerin büyüklüğü gün geçtikçe daha çok canımı acıtıyor. Güzel binaların çoğu neden eski olmak zorunda? 

Uygarlık vahşi bir rüzgar gibi insanlığı savururken oradan oraya, bir şeyler alıyor bizden, bir şeyler koparıyor. Gün geçtikçe evlerimizin pencerelerinden daha az yıldız görüyor, daha çok ses duyuyoruz. Yüzyılımızın bize bahşettiği güzellikleri; müziği, dijital sanatı, teknolojiyi ve bilimi antik çağın görsel estetiği ile birleştirmenin zamanı geldi diye düşünüyorum. Bu yüzden antik tiyatrolardaki konserler, operalar her şeyden daha güzel gelmiyor mu zaten? Bu yüzden en ilkel içgüdülerimiz bize doğaya çıkmamızı, nefes almamızı ve hayal kurmamızı söylemiyor mu? 

Tüm bu yıldızlı gecenin bana ve belki de Van Gogh'a öğrettiği ve anımsattığı çok şey var. Eğer bir gün hayallerim ölürse yüzümü gökyüzüne çevirmeyi unutmamalı, canlandımalıyım geri. 

Bologna, 06.08.2020

25 Haziran 2020 Perşembe

Karantina


Dikkat, Bu metin ağır karantina koşulları altında İtalya'da yazılmıştır.
Yirmi birinci yüzyılda aydınlığa ilerlerken kapısı hep kapalı kalınan bir odadayım. Yalnızım. İtalya'da ulusal karantinada birinci hafta dolmak üzere, ben ise yaklaşık iki haftadır zorunlu olmadıkça evden çıkmıyorum. Zaten yasak. Nasıl mı hissediyorum? İnsan en çok özlediği şeylerin farkına varıyor elinden gittiği zaman. Biliyorum bu zamanların geçeceğini, ama koşmayı özledim. Sarhoş olmayı özledim. 10 gündür hiçbir arkadaşımı görmedim, sadece internetim var. Hala böyle bir yazı yazdığım için kendime inanamıyorum. Hiçbir provam yok, ne yazacağımı bilmiyorum, çünkü ne yaşadığımı hala idrak edebilmiş değilim. Değişik bir filmin içindeymişim gibi, her yaşımda beni şaşırtmayı başaran bir dünya. Üstelik ona uyum sağlamaya çalışan ben. Sağlığım iyi, yani öyle tahmin ediyorum, arada ateşim çıktığını zannetsem de ufak tefek öksürsem de iyiyim. Hepsi psikolojik, komik olan da bu. Kendimle o kadar çok dalga geçiyorum ki, buna da şaşkınım.

Biliyorum bu zamanların geçeceğini, ama tedirgin olmadan nefes almayı özledim. Nefes vermeyi özledim. Özgürlüğün önemini böyle bir tecrübeyle anlamak kötü. İnsanın en büyük kapanı kendi zihniymiş. Çünkü kapalı kapılar arasında kendini dinlemek ne zormuş. Tüm hastaneler doluyken, insanların ölümleri birer istatistiğe dönüşürken iyi hissetmek zorunda olmak ne zormuş.

Biliyorum bu zamanların geçeceğini, ama sokaklarda dans etmeyi özledim, tüm bunlar geçtiğinde güzel bir kadınla dans etmek istiyorum gecenin ortasında. Ay ışığının altında hiç bilmediğim sokaklarda dolanmak istiyorum. Şimdilik beklemekten başka bir yol yok, iyiyim. Kendimi iyi olduğuma inandırmak için iyiyim dediğim zamanlar da oluyor ama, şimdi gerçekten iyiyim. Evimden binlerce kilometre uzakta yalnız olduğumun farkına vardığımdan beri çok daha iyiyim, çünkü iyi olmak zorundayım, yalnızca kendim için değil.

Tüm bunların yanında, hala mutluyum. Güvendeyim ve olgunlaştığımı hissediyorum. İçimdeki heyecanı öldürebilecek bir virüs yok. Her şeyden ders almak ve her gün daha ileriye gitmek gerekiyor. Zamanımı daha verimli geçireceğim ve her gün daha iyi olacağım günlere uyanmak dileğiyle.Şimdilik bu kadar.

Bologna - İtalya
18.03.2020