30 Eylül 2012 Pazar

Korkunun İçindeki Korku

Birileri tehlikeli şeyler yapar.İnsanlık adına iyi şeyler yapar.Birileri açıktan karşı koyar ve birileri de izler.Aramızda olan bir kaç iyi(!) adam da icraat olmaksızın bu işleri yapana sürekli tehdit mektupları,e-mailler göndererek onları korkutmaya çalışırlar.Bazıları korkar ve durur, bazları ise durmadan devam eder...

Korku nedir? Korku bilgisizliğin veya isteksizliğin sonucunda vücudumuzun ürettiği hormonların bileşkesiyle hissettiğimiz duygudur benim tanımıma göre.Cesaret ise aldırmamazlık olabilir bunlara karşılık.İnsanlardan örneklememize devam edelim.Tehdit edilirler demiştik.Tehdit nedir peki? İnsan neden tehdit eder? Çünkü korkar.Korktuğu için korkutmaya çalışır.O insanlar bir şeyler yapacaklar ve tüm planları suya düşecek.Onlar tehdit ederler çünkü korkarlar. Çünkü korku anında düşünme yetimiz minimumdur.Korktuğumuz şeyden uzaklaşmak için ne yapabilirsek yapmaya çalışırız.



Karanlıktan korkan bir adamı ele alalım.Evde tek başınayken elektrikler kesilir.Önceden aldığı tedbir(korkunun yansıması) ile anında odadaki sabit ışıldak yanmaya başlar ve ortam aydınlık olur.İki oda arasındaki koridorda ise ışık yoktur ve adamımız en önemli işi olsa bile, o anda o ortamdan geçmek istemeyecektir.Bir müddet sonra beyin sakinleşir ve adam karanlığı kontrol etmeye başlar."Ne var orada? Ne gelecek acaba karanlıktan?" gibi sorular sorarak bir karanlığa, bir aydınlığa bakmaya başlar.Adamımız zaman geçtikten sonra elektriğin gelmeyeceğini anlayıp sonunda ne pahasına olursa olsun yaklaşık üç saniyeliğine karanlıktan geçmeyi kendine kabul ettirir.Ve içinden saymaya başlar. Bir! İki! Üç! Anında yerinden fırlar.Salgıladığı adrenalin hormonu kalbinin hızlı atmasını ve soluk alıp verme hızını arttırmasını sağlar.Koşmaktadır.Sonunda odaya gider ve sakinleşir.İşini hallettikten sonra aynı adrenalinle koşarak odasına döner.

Normal hayatı ele aldığımızda bir adamın evin içinde deli gibi koşması mantıksızdır.Korkunun bizde bıraktığı etki beynimizi felç ettiğinden normalde kesinlikle yapmayacağımız şeyleri yapabiliriz.Bir Yunan Atasözü der ki"Korku mantıktan daha kuvvetlidir." Korktuğumuz için korkuturuz, korktuğumuz için olayları engellemeye çalışırız.Bunları engellemenin yolu ise irademizden geçer.İrade sahip olduğumuz en güçlü araçlardan biridir ve bizi korkunun içindeki korkudan korur...

26 Eylül 2012 Çarşamba

Bizim Büyük Çaresizliğimiz

Sizin hiç eliniz kolunuz bağlandı mı? Gerçek anlamda demiyorum.Yani hiç bir şey yapamayacak durumda oldunuz mu? Çoğunuz olmuşsunuzdur.Bizim lügatımızda buna çaresizlik deniyor...

Bizler yetenekli canlılarız.Ancak elimizde olmayan nedenlerle hayatlarımız mahvolabiliyor ya da yükselebiliyor.Bir şeyi istiyoruz, olmuyor.Çaba gösteriyoruz, olmuyor.Ya karşıdaki insanlar yeterince iyi olmuyorlar ya da hayat bize yeterince fırsatlar tanımıyor.Çeşitli nedenlerle düzenimiz bozuluyor anlayacağınız.

Siz iyi bir insan olabilirsiniz, karşınızdakini düşünebilirsiniz.Ancak herkes sizin gibi değildir.Empati kurmayan insanlar, hatta düşünmeyen insanlarla dolu etrafımız. Bazen ne yaparsak yapalım bizi anlamıyorlar.Elimizden gelen her yolu deniyoruz, emin olun deniyoruz ama umurlarında bile değil.Bu da bizi çaresizliğe sürüklüyor.Elbette yapabileceğimiz şeyler var ancak bu şeyler bizi o değer verdiğimiz insanlardan uzaklaştırabiliyor.Bu riski alamıyoruz çoğu zaman.

Tamamen hissizleşiyoruz çaresiz kaldığımızda.Ne ağlayabiliyoruz, ne gülebiliyoruz ne de başka bir şey...Herkes çaresiz kaldığını düşünür bazen ancak bazılarımız vardır ki, onların çaresizliğini anlatmaya ne kelimeler yeter, ne de düşünceler...

24 Eylül 2012 Pazartesi

Suskunluk



Bazen an gelir, içindekini söyleyemezsin. Kelimeler dudaklarından dökülmez. Boğazında bir düğüm toplanır. Yutkunman zorlaşır ve gözlerin dolmaktadır. O anda nefes alamazsın, yazamaz,çizemezsin. Felç geçirmiş gibi öylece durursun onun karşısında, acı çekersin...

Susarsın bazen, sadece susarsın.Anlamasını beklersin ondan ama anlamaz, belki de anlayamaz.Senin onu düşündüğün kadar düşünmemektedir.Sana verebileceği değer pek azdır onda.



Bazen an gelir, karşı koyamazsın hiç kimseye.Gönlün kimi istediğini söyler, aklın kabul etmez.Uzaklaşmak istersin ve ilk fırsatı değerlendirirsin.Ne demişler, “Acı çekiyorum, bir daha acı çekmemek için...”
İçinde fırtınalar kopar bazen, dışında ise martılar uçuşur, derinlerdeki hislerinden kimsenin haberi  olmaz.Yağmur altında ağlayabilmek için yalvarırsın tanrıya... ya da hissedebilmek için onun tenini...

Bazen ağlarsın, kalabalığın orta yerinde yalnızlığına çekilip ağlarsın.Kimse duymuyormuş gibi ağlarsın, provasız,perdesiz bir oyundur bu.İçindeki durgunluk bitmek tükenmeyen dalgalara dönüşüp kıyıya vurmaktadır.Kıyıdaki insanlar seni fark edemediklerini fark etmişlerdir, ve sen durursun...Durgunluğun nirvanasında kendini bulursun. Ve dersin ki, bazen çığlık atmaktır susmak, bazen imkansızlıkları dile getirmektir susmak, ve en çok da acı çekmektir susmak...

23 Eylül 2012 Pazar

Denemeler - 1

İnsanlar garip cidden.Ben aklıma gelenleri söyleyen birisiyimdir.Bu yüzden çok eleştriliyorum. Çünkü insanlar eleştirilmeye tahammül edemiyor.Her zaman en iyileri kendi.Atalarımız boşuna dememiş "Akıl akıldan üstündür." Senin bilmediğin şeyi başkası bilemez mi? Bazen ben de kendimi haksız buluyorum bu konuda.Bende o garip insanlardanım...

İnsanları inceliyorum zaman zaman.Kalabalık ortamlarda kendi yalnızlığıma çekilip insanları izliyorum ve ne kadar garip olduklarını düşünüyorum.Anlam veremediğim şeyler yapıyorlar.Kendilerini kaptırıyorlar hayata.Bu iyi bir şey değil.Evet anı yaşamalıyız evet mutlu olmalıyız böylelikle ama fazlası ne için? Anlamıyorum bunu.Buna yaşamak deniyor sanırım.

Planlar, planlar, planlar. Her zaman deriz şunu yapacağım, şu saatte şurada olacağım.Şu gün şu işimi bitireceğim vs. İstatistiksel bir bilgim olmamasına rağmen bu planların yarısından fazlası yapılmıyor buna eminim.Kendim dahil etrafımdaki insanları incelemelerimden çıkardığım sonuç bu.Herkes aynı dertte.Planlamaya gelince iş güzel ama üşengeçlik ve tembellik adını verdiğimiz bazı kavramlar bu duruma engel oluyor.

Denemeler - 2
Denemeler - 3

19 Eylül 2012 Çarşamba

Şans

Şans faktörü kabul etsek de etmesek de hayatımızı etkiler.İyi veya kötü.Bu tartışılabilir bir meseledir elbette.Benim görüşüme göre şans, hesaplayamadığımız olasılıkların bileşkesidir.Bu anlam farklılıkları da bununla birlikte çözülmüş oluyor.

Bir zar attığınızda zarı fırlattığınız anda ne geleceği bellidir.Zarın boyutu,şekli,etraftaki dış etkenler(rüzgar gibi) tavlanın sürtünme etkisi, atış hızınız ve yönünüz gibi bir çok özellik bu zarın kaç geleceğini belirlememizi sağlar.Ancak tüm bu olasılıkları hesaplayamayacağımız için buna şans deriz.Parayı atma ve yazı-tura meselesi de böyledir.

Hayattaki şans ibresi her zaman doğruyu göstermez.Geleceği bilmediğimizden dolayı hatalar yaparız.Yaptığımız hatalar ve inanların içindeki duygular ve düşünceler bizim hayatımıza yön vermektedir.Durumun tersi için de kurallar geçerlidir.

Her ne olursa olsun işimizi sağlama aldıktan sonra şansa bırakmalıyız.Şans zeka olmaksızın hiç bir işe yaramaz.

15 Eylül 2012 Cumartesi

Kıskanç İnsan

Kıskançlık...En çok bilinen kavramlardan biri olmasına rağmen bazen anlamlar karıştırılabilmektedir.

Öncelikle, sevgiyle ilgili olanından bahsedelim.İnsan neden kıskanır? Çünkü insan bir şeye sahip olduğunda tamamen onun olmasını ister.Paylaşmak istemez.Çünkü bencildir insan.Duygularını köreltmiş bir şekilde hedefine odaklanır.Kendisi için ister.

Kıskançlığın temelinde iyilik yatmasına rağmen iyiliğin fazla saf hali kötülüğe dönüşmektedir.İnsan karşısındaki kişiyi fazla sevdiğinden(!) onunla olmak ister her zaman.İyilik yapmak isterken kötülük yapmış olmaktadır ve çoğunlukla fark edemez bunu insan.(İyilik Hakkındaki Eski Bir Yazım)

Nefret ve sevgi.Çok uzak görünmelerine rağmen birbirlerine çok yakın kavramlardır.Deli ile dahi kavramları gibi düşünülebilir.Dünyanın en tehlikeli iki şeyi budur: Nefret ve sevgi.İkisinin de fazlası dünyaya zarar verir.

Kıskançlığın diğer anlamı olan yerine geçme isteği konusuna gelecek olursak,

Kıskanan insan bilinçaltında kıskandığı kişiyi kahraman olarak görebilir.Arkasından konuşabilir, laf atabilir veya kavga edecek duruma dahi gelebilir. Eleştiri gizli hayranlıktır derler.Bahsettiğim konu tam da bu.Bazı insanların kapasiteleri bellidir.Doğuştan gelen açık zihinlerinin üstünü kapatmışlar, düşünmemiş,sorgulamamışlardır.Bu da kapasitelerini belli oranda düşürmüştür.Bu insanlar çoğu şeyi becerememektedirler.Beceren insanları ise beğenmemektedirler.Bir Türk atasözü der ki "Kedi, ulaşamadığı ciğere mundar dermiş." Kafalarında yarattıkları o boş dünyalarda yapamadıkları işi yapan birilerini görünce kıskanırlar.Bu da içten içe bir nefret oluşumuna yol açar.


12 Eylül 2012 Çarşamba

Garip İnsanlar



 İnsanın kendini bilmediği bazı anlar vardır.Bir an bir yerdeyken, daha sonra başka bir yerde kendini bulduğu anlar vardır.En umulmadık zamanlarda en istemsiz şekillerde yaşanır.Bazen farkında olmadan yaşar, bazen hayattan zevk almadan yaşar, bazen yaşamak için yaşar…

Dünyanın güzelliklerini bilmeyen, tanımayan bir insanlar kümesi vardır.Sen de onlardan mısın? O halde dinlemelisin kendi iç sesini.Ne diyor? Yüreğin sana ne söylüyor? Anlamsızca yaşama hayatını, düşün, kendine gel insanlarla birlikte…

Dışarı çık, ağaçlara, kuşlara, insan olmaya şeylere bak.Ne kadar da mutlulukla, ne kadar da zekice yaşıyorlar.Hepsinin kendine uygu ölçüde zekası var.Hiç biri aptalca yaşamıyor.Peki, insanlara bak şimdi.İnsanlar ne kadar da garipler.Bak insanlara, ne kadar da mutsuzlar, gözlerindeki anlamsızlığı oku! İnsanlara bak, ne kadar da kaybolmuşlar! Onları çağırmalısın, beraber değiştirmelisiniz dünyayı kendinizle birlikte.Bunca çığlıklarının içinde, sükunete çağır onları.

İnsanlar garip, daha iyi olabilirler bundan.Neden olmuyorlar? Bir çok sorunları olduğunu düşünüyorlar ve aslında hiç biri sorun bile değil.Verimsiz kıyılarında kendilerini ne kadar da mutlu hissediyorlar.Aslında değiller! Gözlemle bu garip insanları, kendi yalnızlıkları çerçevesinde mutsuzlar, memnun değiller.Onları kıyıdan uzaklaştırmalı, denizlere açılmalılar.Konuş onlarla ! Anlat onlara dünyanın güzelliklerini.Yaşama sevincini anlat, sahte gülümsemelerle gerçek gülümsemelerin farkını anlat.Bir nebze olsa da değiştir onları.Böyle yaşamamalılar.Ne kadar da huzursuz görünüyor bu garip insanlar…

Sen mutlu olmalısın ama, huzurlu olmalısın.Kapılarını sonuna kadar aç ki gerçeği görebilesin.Kıyıdan uzaklaş be denizlere açıl.Risk al,sızlanmayı bırak ve kendine gel.Gerçek hakikat yüreğinde olacaktır.Bu garip insanların yeni bir çağa geçmesinin vakti geldi.Sen de hazır olmalısın, yeni bir çağ başlıyor…

10 Eylül 2012 Pazartesi

Yakarış


Sen bilir misin sessiz çığlıkları? Kulağın duyamasa da yüreğinin duyduğu o çığlıkları bilir misin? Sessiz çığlıklarının  arasında kulaklarını çırpınırcasına kapatmaya çalışmayı, bağırmayı, durdurmayı denedinmi o sessiz çığlıkları? Bu yakarışın çözüm olmayacağını bile bile Tanrı’ndan bir umut diledin mi?

 Hepimiz deliyiz.Kesinlikle bu bir gerçek.Sadece biraz daha fazla deli olanlar gönderiliyor.Bununla yaşamayı beceremeyenler.Siz farklı mı sanıyorsunuz kendinizi? Siz kendinizi üstün mü görüyorsunuz onlardan!? Bir tutam aklınızı korumak için akıllı taklidi yapmayı bırakın artık.Yalvarmayı, yakarmayı bırakın.

 Yakarmak ne işinize yarayacak? Hiçbir şey değişmeyecek.Sen, ben ya da o değişmeyeceğiz asla.O sessiz çığlıklar yine seni bulacak.Yine deşecek yüreğini.Ve sen hiçbir şey yapamayacaksın ! Acı olan da bu değil mi?Hiçbir şey yapamamak… Bu yüzden Tanrı’na yakarıyorsun.Bu yüzden ondan af diliyorsun.Cezalandırılmamak için sıradanlığın en büyük örneklerinden birini gösteriyorsun.

 Varmak istediğin yola böyle varamazsın.Kendini değiştirmeli ve yakarmayı, yalvarmayı bırakmalısın.Kendi gücünün farkına var.Deliliğini dahiliğe dönüştür ve yok et o çığlıkları! Kendi sıradanlığını fark et. Cesaretli ol ve risk al.Mantıklı düşün, hayal kur.Çünkü sadece mantıkla da ilerlemez bu gemi.Einstein’in şöyle bir sözü var: “Mantık sizi A noktasından B noktasına götürebilir.Hayal gücü ise her yere!” Sıradanlığı bırak.Yakarmaktan vazgeç. Aslında hiç kimse sıradan değildir!

9 Eylül 2012 Pazar

Sıkıntıların İnsanı


İnsan, sıkılmak konusunda oldukça iyidir.Hiç bir şeyi beğenmez ve sıkılır.Fazlasıyla sıkılır.Gereği yokken, amansızca sıkılır.Ne yapsa çare bulamaz.Çünkü yalnız olduğunun farkına varmıştır.Onu hayata bağlayan tek şey umutlarıdır.Günler geçip giderken umutlarından başka bir şey düşünemez.

Yalnızdır insan.Kimle olursa olsun hisseder o yalnızlığı.
Bir mesaj bekler birisinden,
 ya da çalsın diye bekleyerek telefonun başında uyur.
Gözlerini kapattığı anda farklı dünyalara varacağını bilerek uyumaya çalışır.
Geçip giden saatlerin, günlerin anlamı yoktur.Sürekli geceyi bekler, uyuyabilmek adına.Bazı geceler uyuyamaz bile, yalnızlıktan.

Kusmak ister yalnızlıktan,sıkıntıdan.Kusamaz…
Ağlamak ister, ağlayamaz…
Oyalanmak ister, oyalanamaz…
Ölmek isterken ölemez ve yaşaması da anlam ifade etmez.
O anda yaşamıyordur insan. Sadece, vardır…

Varlığı kimse için anlam ifade etmez.Sıkılmaktan da sıkıldığınının farkına vardığı gibi, içini açması için her yolu dener.Ailesiyle zaman geçirir, olmaz.Yemek yer, olmaz.Telefon ya da bilgisayar anlam ifade etmemektedir onun için.Böyle her yolu denedikten sonra dışarı çıkmaya karar verir ve arkadaşlarıyla buluşur, görüşür.Bir nebze azalmıştır sıkıntısı ama çare değildir bu.Dönünce, aynı monotonluğa da dönmüştür…

Ve sonunda aşkı bulur insan.Tüm sıkıntıları o tek bakışla geçebilmektedir.Sıkıntının yüreğine verdiği o amansız koyuluğu, tatlı bir heyecan almıştır artık. Eski sıkıntılı günlerini, yalnız günlerini hatırlar.Garip bir hüzün kaplar yüreğini..
Ağlar aşka sarılarak, ama mutluluğa mı ağlar hüzne mi, bilemez kendisi de…

8 Eylül 2012 Cumartesi

Aptallık



Bazen hiç olmanız önemsizleşir.Basit biri olabilirsiniz.Ya da aptal.Aptal olmanız hayatta bazı ek şeyler kazanmanızı bile sağlayabilir.
Aptal insanların genellikle çok fazla arkadaşları olur, ünlü ve popüler olurlar.Çünkü halkın çoğunluğu düşünmez ve aptalları izlerler.

Zeki ya da düşünür diyebileceğimiz insanlar genellikle toplumda daha düşük yer edinirler.Böyle insanlara lakap takılarak aşağılanırlar ve dışlanırlar.Yalnızlaşmaya başlar böylelikle bu insanlar.Her kalabalığa girdiğinde, bir yalnızlık başlar içine.Fazla sessizlik ya da fazla gürültü de rahatsız eder bu kişiyi.

Günümüz dünyasında kullandığımız şeyler, kullandığımız icatlar, aygıtlar hep bu kişiler sayesinde buradadır.Günümüzdeki sorun burada başlıyor.Aptal insanlar kendilerini zeki, zeki insanlar kendilerini aptal görüyorlar.Dunning-Kruger sendromu adı veriliyor bu duruma.

Aptallar popüler ve ünlü olurlar.Bir hiç olmadıklarını göstermek için ellerinden geleni yaparlar.İnsanlar kanar onlara.İçten bir şekilde taparlar bile.Kendilerini görürler.Bu insanlar sefaletten çıkmış ve başarısıyla ünlü olmuş kişiler olarak görünürler.Halbuki durum böyle değildir.Bu insanlar tamamen aptallıklarıyla bu seviyelere gelmişlerdir.

Aptallık kavramı, düşünce türünüze göre değişecektir.Hiç bir şeyi yapamayan, anlamayan anlamında söylemiyorum ben.Aptal, “düşünmeyen insan” olarak algılanabilir bu yazıda.Her ne kadar düşündüğünüze ve aptal olmadığınıza inanırsanız, o kadar aptal olursunuz aslında.

İnsan durup düşünmeli.’Aklımı ne kadar kullanabiliyorum?’ ‘Ne kadar daha kullanabilirim’ Kapasitemizin sınırlarını arttırmalıyız.En iyi başlangıç okumak olacaktır.Ne bulursanız okuyun, daha sonra araştırın, tüm fikitleri ve önermeleri öğrenin.Daha sonra akıl ve mantık süzgecinden geçirerek kendi fikrinizi oluşturun.Hayal gücünüzü de katabilirsiniz elbette.”Aptal olmayın, düşünün !”

Ölmeden Önce


İnsan ölmek üzereyken ne düşünür?
Farkına varmak üzereyken her şeyin..
Belki de tüm soruların cevaplanacağına inanırken ve buna çok yaklaşmışken
Ne düşünebilir insan?
Bir ölüm korkusu mu sarar derinden,
Yoksa yargılanmak için hazır mıdır kendince…
Ne olursa olsun bu soruların cevaplarını verebilen kişiler bize hiç ulaşamadılar.Bir filmde duymuştum.”İnsan ölmeden önce gerçekleri söyler.” Kendince olan gerçekleri mi, evrensel gerçekleri mi?
Evrensel gerçeklerin bizim gerçeklerimizle örtüşmediğini bildiğimize göre vicdanımıza göre karar vereceğiz artık..
Bakalım ölmeden önce hangi soruları cevaplayabileceğiz, ya da öldükten sonra…

Akşamüstü Aldanışı


 Denizin maviliğine aldanıp, sıcak bir gün batımında oturuyorum sessiz bir banka. Karşımda, bir iki adım ilerde deniz başlıyor. Arkamda cıvıl cıvıl bir kuş cennetini andıran bahçeler…
  Güneş yavaş yavaş batıyor. Sen git de ben geleyim der gibi bekliyor ay kenarda. Martılar yiyecek arıyorlar gökyüzünden usulca.
  Birkaç yüz metre sağımda iki insan birbirlerine sarılmış oturuyorlar. Gülümsemelerinden ve hareketlerinden, sevgili olduklarını anlıyorum. Martılara simit atıyorlar parça parça kopararak.
Mutlular bu yüce evrende. Onlara bakarken kendimden bir şeyler buluyorum sanki. Özlemle anıyorum geçmiş yıllarımı…
  Etrafım çok romantik. Güneş, şu anda denizle birleşmiş. Az sonra tamamen batacak. Deniz, artık gece olacağını hisseder gibi azaltıyor dalgalarını. Rüzgâr hafifliyor. Kuş cıvıltılarının yerini böcek sesleri alıyor yavaşça…
  Güneşten eser yok artık. Gökyüzündeki konforlu evini aya teslim ediyor bu geceliğine. Sabah bir daha göğe çıkacağını bildiğim halde içimde bir burukluk oluşuyor. Etrafım çok karanlık. Sadece dolunay tepemde loş bir ılık yayıyor etrafa. Hafiften sis var buralarda…
  Bu puslu gecede daha birkaç saattir buradayım ancak şimdiden üşümeye başladım. Bir defter ve bir kalem çıkarım duygularımı şiire dökmeye çalışıyorum. Beğenmeyip yırtıyorum bir zaman sonra. Tekrar, tekrar ve tekrar deniyorum. Taa ki beğenene kadar teker teker yazıyorum satırları…
  Karşımda bir doğa harikası beliriyor: “Yakamoz” Ayın bu denize vuran ışıltıları beni büyülüyor. Kendimden geçiyorum…
  Hava artık iyice soğudu. Toparlanmaya başlıyorum. Sıcacık yuvama gitmek için veda ediyorum bu gece de denize. Gecenin siyah ve soğuk havasına aldanıp, ayrılıyorum buradan…