30 Aralık 2013 Pazartesi

Aşk Üzerine

Aşık olmak, film izlemek gibidir. Başlarken ne olduğu hakkında fikriniz yoktur, sonrasında kapılırsınız ona, her şeyiyle tutku sizi ele geçirir.Bir süre sonra bitmekte olduğunun farkına vardığınızda, tüm aksiyonlar, o tüm heyecan yavaş yavaş sona ermektedir. Ve her film gibi her aşk da, sona erer, farklı bir şekilde devam etmek koşuluyla, bir enerji gibi.Enerji asla kaybolmaz, yalnızca değişir. İstediğiniz bir  yükseklikte, istediğiniz bir hızda, istediğiniz huzurla devam etmez hiçbir şey zaman boyunca, elbet bir ters kuvvet değiştirir yaşantılarınızı, duygularınızı..

Bir günebakan çiçeğinin güneşe dönmesi, aşk mıdır? Onlarca gram mutsuzluğun içerisinde bir tutam heyecan, onlarca huysuz insan arasında bir tutam huzur, onlarca karanlık arasından bir tutam ışık, aşk mıdır?
Eğer aşk, mutluluk değilse mutluluk nedir? İşine duyduğun aşk, sevdiğin bir kitabın yazarına duyduğun aşk, ölümsüz bir mektuba duyduğun aşk; mutluluk değilse, mutluluk nedir? Aşkın aşk sayılmadığı bir evrende, aşk nedir?



22 Aralık 2013 Pazar

Aklın İnsan Tarafından Kullanımı Üzerine


DÜŞÜN-YAZ LİSE ÖĞRENCİLERİ ARASI
 FELSEFİ DENEME YAZMA YARIŞMASI
7  ARALIK 2013

“Aydınlanma, insanın kendi suçu ile düşmüş olduğu bir ergin olmama durumundan kurtulmasıdır. Bu ergin olmayış durumu ise, insanın kendi aklını bir başkasının kılavuzluğuna başvurmaksızın kullanamayışıdır. İşte bu ergin olmayışa insan kendi suçu ile düşmüştür; bunun nedenini de aklın kendisinde değil, fakat aklını başkasının kılavuzluğu ve yardımı olmaksızın kullanmak kararlılığını ve yürekliliğini gösteremeyen insanda aramalıdır. Aklını kendin kullanmak cesaretini göster!”

Immanuel Kant- Felsefe Yazıları “Aydınlanma Nedir”(1784), Türkçesi: Nejat Bozkurt –Felsefe Yazıları-1983


AKLIN İNSAN TARAFINDAN KULLANIMI ÜZERİNE

  17. yüzyıl filozoflarından John Locke, insan zihninin başlangıçtaki haline "tabula rasa", yani "boş levha" adını vermişti.İnsan geliştikçe ve değiştikçe 'tabula rasa'sı da değişmekteydi. Bilinmektedir ki insan zihninin gelişmesini ve değişmesini sağlayan, insanın kendisi dışında sonsuz sayıda etken var. Arkadaşlarımız, ailelerimiz, çevrelerimiz ve buna benzer bir çok etken, sürekli bizi 'dürtmekte' ve yaşantılarımızı değiştirmektedir.
                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                       
  Soyut bir kavram olan 'akıl' optimum koşullarda insanın kendisi tarafından yönetilmektedir. Ancak insanlar, aldıkları eğitim, büyüdükleri yer, bulundukları ortam gibi bir çok değişkenin olumsuz etkileriyle sorgulamaktan ve düşünmekten uzakta kalmakta. Bu tür dış etkilere maruz kalıp da kendini zincirden koparabilmiş ve kendi aydınlanmalarını yaşayabilmiş insanlar, yaşadığı zaman için olmasa bile, her zaman gelecek kuşak toplumlarının gözünde örnek insan olabilmişlerdir. "İnsana olanlar değil, O insanın içinde olanlar önemlidir." der Louis Mann. İnsan, gerektiğinde otoriteye karşı gelebilmeli ve bir insan olarak duruşunu sergileyebilmelidir. Bunu yapabilmek için kendi aklını kullanma yürekliliğini gösterebilmeli. Kendi aklını yönetecek erginliğe erebilme durumu, özellikle günümüz şartlarında sanıldığı kadar kolay değildir. Kitle iletişim araçları ve sosyal medya, insanlara saniyelik bilgiler aktarabilmekte ve mutlak bir baskı anlayışını bilinçaltımıza yerleştirmektedir. Bilgi akış teknikleri, teknolojinin ilerlemesiyle yüzyıllardır değişmekte. Fakat bunu, Locke'un söz ettiği, her seferinde "sıfır" doğan zihnimize nasıl uyarlayacağız?
                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                           
 Aristoteles'in insan doğasında bulunduğunu izah ettiği  "bilme eğilimi" Kant'ın aydınlanma anlayışıyla birlikte, aklı kendi başına kullanma sorumluluğu eklemekte. Bahsedilen bilme eğilimi, tutarlılık ve özerk akıl çerçevesinde ele alındığında ne kadar insanı kapsayabilecektir? Aristoteles'in "bilme eğilimi" yalnızca bilme isteğinden değil, bu isteğin sonuca varabilmesinden de oluşuyor. Özellikle bilme eğilimini kaybetmiş bir insanın, başkası tarafından kullanılabilmesi çok daha kolay olduğu için, insan doğasına döndükçe bilinci artar genellemesini yapabiliriz. Tersine, insan, doğasından uzaklaştıkça aklını kullanabilme yetisi de azalacaktır. Bunu bir örnekle şöyle açıklayabiliriz: "Bir çiftçi ürünlerinin veriminin neden azaldığını merak ederse araştırır.(bilme eğilimi) Sonunda ürünlerin azalmaması için çözümü bulur. Ancak merak etmez ise bunu fark eden 'kurnaz' birisi çiftçiyi zor duruma düşürecek şekilde onu yönlendirebilir ve bu yolla çiftçinin zararı katlanarak artar." Örnekte de görüldüğü üzere bilme eğilimini kaybetmiş insanlarda karanlık, bir diğer deyişle cehalet başlamaktadır. Bilme eğiliminden uzaklaşan insanlar, kaybetmeye başlarlar. Bu da cehaletin farklı bir sonucudur.

  İnsanın cehaletinin altında otoriteye karşı gelememesinin ve onları eleştirememesinin etkisi de azımsanmayacak kadar fazladır. Çünkü cehalet karanlıktır, teslim olmaktır. Cesaret gösterememektir. İnsan teslim olduğunda, yani aklını yalnız kendi tarafından yönetemediğinde dayatılan her şeyi kabullenir. Bir kukladan farkı yoktur artık. Bir kukla sorumluluk alamaz, düşünemez. Çünkü bağımsız değildir artık. Sorumluluk duygumuzun yıllar ilerledikçe arttığını hesaba katarsak (yaşlılık evresini saymamak gerekiyor), insan ne kadar gelişirse, o kadar az kuklalaşır. Sadece fiziksel mi olmalı bu değişim? Elbette hayır! İnsan özne olarak sorumluluğunu arttırdıkça olgunluğu da o kadar artacaktır.

  İnsan, aklını başkalarının yardımı olmaksızın kullanma cesaretini sonuna kadar gösterebilecek düzeye geldiğinde, kendi aydınlanmasını yaşayacaktır. İnsanlık, çağlar ilerledikçe kendisini sınırlayan olumsuz etkenlerin sayısındaki artışa rağmen onlara 'dur' deme yiğitliğini gösterdiği zaman aydınlanmanın eşiğinde olacak. Bu, önce insanın kendisinde başlar. Sokrates'in de söylediği gibi: "Dünyayı harekete geçirecek olan önce kendini harekete geçirsin." Daha sonra aydınlanma, etkileşimlerle beraber insanın çevresine yansıyacak, bu yansıma toplumlara varacaktır.

ILGAZ ONUR TAŞ

9 Aralık 2013 Pazartesi

Özgür İnsan

ON SEKİZİNCİ TÜRKİYE LİSELERARASI
 FELSEFE OLİMPİYADI
17 KASIM 2013
               

Ey adam! Sana ne hazır bir yüz ne de özgün, doğuştan gelen bir özellik verdik, ta ki kendi yerini, biçimini, yeteneklerini kendin seçesin, onları kendi yargın, kendi kararın ile edinebilesin. Bütün öteki yaratıkların doğası bizim koyduğumuz yasalarla belirlenip sınırlanmıştır. Oysa senin önünde böyle yasalar yok, kendi yüzünün çizgilerini sana koruma görevini verdiğimiz için özgür isteğinle çizebilirsin.”

                 Pico della Mirandola, İnsanın Değeri Üzerine Söylev,
           çev. Levent Özşar, Biblos Kitabevi Yayınları, Bursa, 2006, s.17



  Özgür İnsan                                                                  

  Antik Yunan’da Sokrates, bilginin doğuştan aklımızdan var olduğu, daha sonra bir öğretmen yardımıyla onu açığa çıkarabileceğimizi düşünmüştü. Peki buna kişiliğimiz dahil miydi? İnsani değerlerimiz, doğuştan mı geliyordu? Yakın zamanda izlediğim bir belgeselde ahlaki değerlerimizin doğuştan gelip gelmediği üzerine araştırma vardı. Bebeklere kukla gösterileri üzerinden iyi ve kötü insanlar anlatılıyor, gösteriden sonra bu kuklalardan birini seçmeleri isteniyordu. Bebeklerin dörtte üçü iyilik yapan kuklayı seçtiler. Bu bebekler bir yaşına dahi basmamışlardı. O halde, hala doğuştan “sıfır” geldiğimizi mi düşünüyoruz?

  Her gün binlerce insan doğuyor. Zamanla büyüyorlar, seçimler yapıyorlar ve belirli yerlere geliyorlar. Bu seçimleri onlara yaptıran ne? Özgür irade mi? Ahlak mı? Aile mi? Çevresel faktörler mi? Görülüyor ki, kişiden kişiye değişmekle beraber yüzlerce etken var. Peki seçimlerimiz ne kadar   “bizim” ? Her an dış dünyayla etkileşimdeyiz. Algılarımızı değiştiren kitaplar okuyor, insanlar tanıyoruz. Bize bırakılan ise seçimlerimizi bu etkenler doğrultusunda yapmak. Yine de başkalarının rüzgârına kapılmadan gemimizi ilerletebilmek, insanların bizi kendi menfaatleri için kullanmalarına izin vermemek, insani değerlerimize hak ettikleri saygıyı göstermek olacaktır.

  “Cogito ergo sum.” Der René Descartes. ”Düşünüyorum, öyleyse varım.” Düşünmek algılanmak demektir. Algılamak ise üretimin ilk aşamasıdır. Üretmek, var olmaktır ve hayatınızın ressamı olamadığınızda aslında hiç olmamış veya yalnızca bir kukla olmuşsunuzdur.

  İnsan olmak yaratmaktır. İnsan, fikirler yaratır. İnsan her zaman tanrısallık arar içinde. Bu yüzdendir ki, başkalarının hayatlarına müdahil olma, onları yönetme isteği taşır insan. Bu yüzdendir ki, onlarca marka hayvanlar üzerinde acımasız deneyler yapmakta ve bundan çoğunluk rahatsız olmamaktadır. İşte bu, insanlığın yarattığı bir başka fikir olan ‘ego’dur. Latince çok yüzlülük anlamına gelen ‘poli-tika’ buradan, egonun tam kalbinden doğmuştur. İnsanları yönetme arzusu ve bunun için her türlü zorbalığa başvurabilecek olmak egonun bir sanrısı değilse, hiçbir şey değildir. ‘Prens’ kitabının yazarı Niccolo Machievelli Rönesans krallarına devletin zorbalık yapabileceğini söylediği zaman, modern diktatör hükümetlerin ve demokrasi adı altında yapılan baskıcı söylemlerin temeli olmuştu. Bu da farklı bir çağın başlangıcıydı

  Yaşadığımız yüzyılda toplumun temel öğeleri olan değerler, hala özgür irademizi kısıtlamaktadır. İnsan toplumdan bağımsız düşünülemediği gibi yetenekleri ve ilgileri bu doğrultuda gelişmektedir. İnsanlık var olduğundan beri toplumuna ve çağına uygun gelişmiş ve yaşamış; çağlar değişmiş, fakat insani değerler değişmemiştir. Sun Tzu’nun yaklaşık 5000 yıl önce savaş hakkında düşünce ve stratejileri insani değerlere indirgeyerek yazdığı “Savaş Sanatı” hala önemli kitaplardan sayılmakta ve iş ve sosyal hayatta başarı için örnek alınmaktadır.

  Felsefenin temel prensipleri olan düşünmek ve sorgulamak, özgür iradeye dayanır. Özgür iradesi olmayan bir kişinin felsefe yapamayacağı gibi özgür düşünce ortamı olmayan yerde felsefe olmaz. Bu sebepten dolayı felsefe, bir demokrasi ve özgürlük ortamı sağlayan Antik Yunan’da ortaya çıkmıştır. Varoluş bakımından özgürlük kavramı, insanın doğasında bulunur. İnsan, özgür olmak ister. Ancak ve ancak özgürlük bir hak değil, sorumluluk olarak algılandığı zaman gerçek özgürlük kavramı ortaya çıkacaktır, tabii böyle bir şey var ise..

  Özgürlük ve adalet kavramlarının ilk kez 18. Yüzyılda bu denli önem kazanmaya başlamasıyla insana verilen önem büyük bir ivmeyle arttı. J.J. Rousseau gibi aydınlar dünyanın geleceğini kökten değiştirecek bir ‘Özgür İnsan’ devrimine insanlığı hazırladılar. Bu devrime ayak uyduranlar bir dala tutundu, uygulayamayan zihniyetler ise bir bir çöktüler. Özgürlük düşüncesi sonunda dünyanın dört bir yanını sardı. Bu devrimin etkileri günümüzde sürmeye devam etmektedir ve edecektir. Özgür insan içimizde bir yerlerde ve bunu ortaya çıkarmak, kendimizi ve insanlığı gerçekten anlamamızı sağlayacaktır.

                                                                                                Ilgaz Onur Taş 
                                                           İskenderun İstiklal Makzume Anadolu Lisesi

27 Ekim 2013 Pazar

Geceden Dizeler

bir gece daha,
samimiyetsiz sessizliklere merhaba tekrardan
bu gece başka gri
kimsenin kimseyle anlaşamadığı,
ve bir kum tanesinin, yine sürüklendiği fırtınadan
önceki gece bu gece.

baykuşlar gizleniyor karanlıkta
yalnız dolunay tepede
ve bir gözyaşı suretlerde,
gölgelerin bile alışamadığı bir gece bu;
soğuk, tatsız, kokusuz..

bir gece daha,
daha önce var olmamış bir gece,
bu gecenin bir orkestrası var
en ince tınısından en yükseğine kadar,
çığlık çığlığa gri bir gece..

aynı aynanın farklı yansımaları gibi
farklı hayatlarda, farklı kişilerde
bir cesaret kiminde, kiminde bir hüzün
kimi yüksek karanlığında boğuşuyor,
kimi birkaç yudumda buluyor kendini bu gece...



21 Eylül 2013 Cumartesi

SES

Yağmur düşüyor ellerime tane tane
Ve bir haykırış,
Bir ses,
Bir yakarış sanki ruhuma..

Bir çığlık uzaklardan
Bir ses, acınası bir ses…
Alıp götürüyor sanki
Acımasızca, sensizlik diyarlarına

Oysaki, olmuyordu sensiz
Zorunlu, yağan yağmur, uçan kuş gibi,
Hissiyatsız...
Leyla ile mecnun misali belki..

İsteklerin vücut bulmuş hali
O ses, canımı yakan o ses !
Bir kaosun eşiğine dayanan,
Kelebek gibi, yalnız kanat çırpan..

Görünüşü ve anlamı farklı bir sözcük derler o sese,
Ama gizli bir özne misali yalnız şiirlerimde.
Belki vazgeçilemeyen, belki asla tanınamayan,
Bir felsefi metin gibi, ama aşık...

Ve sesin sahibi, bir aşıktı.
Aşkın acımasızlığında, kavrulmuştu yüreği
Benimse sevgi selinde akıyordu damlalar ellerime
Hala..
Ve ihtiyaç duyuyordum aşkına, insafsızca…


29 Ağustos 2013 Perşembe

Zamanın Ardından

Uzun zamandır yazı yazamadım, yazmadım farkındayım. Elim varmadı kağıda, kaleme.Ya da klavyeye demek daha doğru olur. Aslında yazmak istemedim, başka şeylerle uğraşıp durdum. Peki bunca zaman ne yaptın diye soracaksınız. Ne mi yaptım? Gözlemledim. İnsanları, canlıları ve diğer tüm şeyleri izledim, psikolojilerine, sosyal davranışlarına baktım. Bazen empati kurdum, bazen sinirlendim insanlara. Yalnız kaldım bazen, yalnızlığın olumlu taraflarını hissettim.Yalnız olmak istedim çünkü bazen, insanların tanımadan yargılamaları yüzünden yalnızlığı seçtim bazen şairler gibi..
Neler görmedim ki burada değilken.. İyisi mi kısa kısa yazayım, neler yaptım sizsiz..

Gördüm : Arkadaşlıkların ne kadar çabuk bozulduğuna şahit oldum.İnsanların olmadıkları gibi davrandığına şahit oldum. Acımasız insanlar gördüm, kendinden başkasını önemsemeyen ve sevemeyecek insanlar gördüm.İçlerindeki iyiliği tüketmiş, vahşi bir hayvandan bile daha acımasız insanlar gördüm. Acı çektirenin yanında acı çekeni de gördüm.Hayattan bıkmış insanlar gördüm, gözlerinde ışıltı olan insanlarla birlikte.. Para hırsıyla yaşayan da gördüm, parasız yüzünde tebessümle gezen insan da.. İyi insanları da inceledim, kötüleri de.Aşık insanları gördüm, aşkı uğruna her şeyi feda edebilecek kadar aşık insanları.. Ve yalancı aşıkları da gördüm, sadece zevk adına yapılan aşk oyununda kaybeden insanları gördüm. Bir yandan el sıkışırken, diğer yandan tetiği çeken insanlar gördüm. Savaşı gördüm, insanların içindeki iyi ve kötü arasındaki savaşı. Aslında ne kadar zavallı olduklarını gördüm, bir çiçeğe ne kadar susadıklarını gördüm insanların..

Öğrendim :  gerçekte neler istediğimizi, neler kaybettiğimizi ve nelere ihtiyacımız olduğunu; Olduğumuz insandan başkası olmaya çalışırken kaybettiklerimizi, anlık zevkleri istediğimizi sandığımızı ve oysaki tek ihtiyacımızın mutluluk olduğunu öğrendim.

Yaşadım :  çölde susamış bir insan kadar eğlenmeye ve gülmeye ihtiyacı var insanların. Ben var olmadım, yaşadım.. Var olmak ile yaşamak arasındaki farkı yaşadım ! Faydalı olabileceğimiz bir dünyaya faydalı olabilmek duygusunu yaşadım. Nefreti yaşadım, fanatizmi yaşadım, hüz
nü yaşadım, hayal kırıklığını yaşadım, başarı duygusunu yaşadım. Ne de çok şey yaşadım şu yaşlı zamanda..


12 Temmuz 2013 Cuma

Bazen Önemsizleşir Her Şey

Bazen önemsizleşir her şey. Tüm sevdikleriniz, tüm mutluluk kaynaklarınız, sahip olduğunuz her şey birden önemini yitirir. Renkler solar ve derin bir suskunluk sarar bedeninizi..

 Hoşlandığınız her şeyden soğursunuz.Sadece susmak ve sessizce ağlamak istersiniz.Belki birkaç yudum içmek, belki yürümek, belki de kulaklığınızı takıp sakin bir müzik dinlemek deniz kıyısında... Bunlar arındırmaktadır ruhunuzu, ölmeye başlamış bir yıldız gibisinizdir.Kanatları kırılmış bir kırlangıç kuşu gibi..

  Hayatınızın tüm mutluluklarını unutur, sadece sorunlarınıza odaklanırsınız. Kaybettikleriniz, elde edemedikleriniz büyür durur gözünüzde. Şanssızsınızdır o an, kırgınsınızdır. Olumsuz tüm sıfatlar sanki omuzlarınıza çökmektedir. Ama benliğinizin bir yerinde saklı olan  mükemmel insanın bu olmadığını fark etmek zorundasınız. Her şeyi unutmak ve mutluluklarınıza odaklanmak zorundasınız. Sorunlar sizi yenmemeli.Sorunlarımız bizi biz yapan şeylerden biri ve
onlarla yaşamayı öğrenmek zorundayız.

 Evet, bazen önemsizleşir her şey fakat her şeydeki özellikleri, güzellikleri fark edebilirsen her şeyin önemi artacaktır. Yağmurun yağışındaki güzelliği, kuşların kanat çırpmasındaki muhteşemliği, en az onlar kadar önemli olan kendimizin değerini bilmek zorundayız. Sizler özelsiniz. Hemen bir saate bakın, analog olsun. Saniyelerin tek tek ve yavaşça nasıl ilerlediğini görün.Sesini dinleyin saniyelerin. Bu birbirinden önemli anlarımızı böyle karamsar geçirmenin ne kadar büyük bir hata olacağının farkına varın. Kendinizin, arkadaşlarınızın, ailenizin ya da değer verdiğiniz-vermediğiniz her şeyin önemine varın. Bir kere yaşıyoruz ve dönüş yok..

Bazen önemsizleşir her şey, ya da siz böyle düşünürsünüz ama aslında her şey, her zaman önemlidir. Kötülükler bile. Unutmayın, karanlık olmadan aydınlık olmaz.

27 Haziran 2013 Perşembe

Ben Bir Çocuğum














Ben bir çocuğum
Sokaklar boş, görebiliyorum.

İnsanlar aç, susuz ve kimsesiz…
Her yerde kin, her yerde savaş.
“Neden böyle burası?” diyorum, cevap yok.
Hey, beni de dinleyin, bana cevap verin:
“Neden!”


Suçsuz bir çocuğum ben yalan dünyada
Elindekiyle yetinebilen sonuna kadar,
Sabırlıyım, beklerim...



Susuz bir çocuğum ben ölümlü yaşamda…
Farkındayım ben ölümün,
Farkındayım acı yaşamın..
Etrafım kan gölü, biliyorum!
Olmasaydı bunlar demek yetmemiş asla
ve yetmeyecek, anlıyorum…
Ben ağlayan bir çocuğum
Çocuklar da düşünür, bilmez misin büyüğüm?
Büyümek istemiyorum,
Büyümek anlamsız geliyor.
Büyüyüp de 'savaşmak' istemiyorum…
Barışa susamış bir çocuğum ben
Ama asla umutsuz değilim!
Elbet düzelecek dünya, hissediyorum…


Unutmayın beni, bana sahip çıkın,
Ben, bir çocuğum!

Kırılma Noktası

  Her şeyin sizi sıkmaya başladığı o kırılma noktası vardır.Birkaç olay olur, kendinizi tutarsınız.Daha ne kadar dayanabileceğinizi test etmek istersiniz.Her şey üst üste gelse bile kaçmak istersiniz sorunlarınızdan.İşaretler ararsınız dünyadan, arkadaşlarınızdan, belki de Tanrı'dan..

  Tüm bu sabır, bir seviyeye gelince dayanamazsınız artık.Her şey; eski anılarınız, yeni sorunlarınız, hüzünleriniz, aşklarınız, sizi terk edenler, aldatanlar başarısızlıklarınız bir anda karşınıza çıkıverir.Kaybettiğiniz tüm o savaşların galipleri, birleşip size karşı olurlar. Gözleriniz dolar, elleriniz titrer.Ne kadar umutsuz olduğunuzu düşünürsünüz.Bir ayna vardır karşınızda.Size kim olduğunuzu gösteren.Kırılma noktasında kırılabilecek bir aynada kırılmış ruhunuza bakarsınız korkusuzca. Sizi öldürmeyen şeyin güçlendirdiği sözüne güvenirsiniz.Kelimeler güvenilmezdir oysa, herkes söyleyebilir... Çığlık atmak, ya da sessizce oturmak. Karar sizin, her
şeyi karşınıza aldığınız gibi yepyeni bir sayfa açmak zorunda olduğunuzu bilirsiniz.Asla size bir işaret gelmeyecektir.Asla hayatınız bir anda değişmeyecek, asla pazartesi başladığınız o değişimi tamamlayamayacaksınız.

‎"Başlamak için en uygun zamanı beklersen hiç başlamayabilirsin. 
Şimdi başla! 
Şu anda bulunduğun yerden, elindekilerle başla... "
                                                         *Aldous Huxley 

  Madem kırıldınız, madem ki farkına vardınız hayatınızın, o halde kendinize gelmek zorundasınız. Doğru zamanı ya da işareti beklemeyin. Kelimelerin anlamsız olduğu dünyadan realizme dönün ve gerektiği yerde gerektiği harfleri bir araya getirmeye bakın. Üst üste gelen kırılma noktasını alın, değiştirin ve bir milat yapın..
Siz, başarabilirsiniz !



25 Haziran 2013 Salı

Büyük Patlama

Her şey büyük bir patlamayla başladı..
O zamanlar, ikimizde birer toz zerresinden ibarettik.
Kapladığımız alan oldukça küçüktü,sonsuz evrene kıyasla
Biz evreni sonsuz bilirdik,
Ama aşkımızın sonsuz olacağını…
Kim bilebilirdi?

Her şey büyük bir patlamayla başladı…
Bir zamanlar, biz de bilmiyorduk kendimizi
Kullanamıyorduk aklımızı.
Sonra bir şey oldu, aşkı bulduk,
Ben sana ulaştım, sen bana…
Niçin bekledik biz bin yıllarca?

Her şey büyük bir patlamayla başladı…
Kimsesiz olduğumuzu fark etmemize rağmen,
Milyarlarca yıl aradık birbirimizi bilmeden.
Tarih başladı, biz tarihi geçmiş bilirdik
Ama aşkımızın tarih olduğunu,
Nerden bilebilirdik ki…?

Her şey büyük bir patlamayla başladı…
Savrulan tanecikler, yaratmaya başladı bizi
Ve devam etti bu süreç yavaşça.
Biz zamanı yavaş bilirdik.
Birlikte zamanın bu kadar hızlı geçeceği,
Nasıl bilinebilirdi ki?

23 Haziran 2013 Pazar

Beynin Düzeni

Uyandığınızda fark edersiniz. Rüya ne de karışıktı öyle. Fakat rüya esnasında işlerin hiç de öyle olmadığı apaçık bellidir. Uyandıktan sonra ne kadar karışık görünürse görünsün orada her zaman bir düzen vardır. Uyanıkken bu düzeni anlamazsınız. Ancak beynimiz tamamen düzenli ve sistemli çalışan bir organ olduğundan rüyalarımız da karmaşıklığının içinde bir düzen gösterir.

Örneğin odanız dağınık olduğunda anneniz her şeyin ne kadar da karışık ve düzensiz olduğunu söylemek için odanıza uğrar. Fakat sizce öyle değildir ve her şey gayet de yerinde görünüyordur. Her şeyi anında o karmaşıklığın arasından çıkarabilirsiniz çünkü onu siz yarattınız zaten. Sizin yarattığınız bir dünyada nasıl bir şeyleri bulamazsınız ki? Bunun yanı sıra fark ettiğim artı bir özellik var. Hiç rüyanızda bilmediğiniz yabancı bir dilde konuştuğunuz oldu mu? Mesela ben Fransızca bilmiyorum ama daha önce rüyamda Fransızca konuşmuştum. Bu ters düşüyor cümlelerimle. Bir yerlerde cümleleri duymuş olmalıyım ve bilinçaltım bunu saklamış olmalı. Rüyalarıma da sürpriz olarak giriş yapmış. Muhtemelen bilinçaltımızı incelemek için standart beyin aktivitelerinin dışında tutmak gerekiyor.


Ne olursa olsun, beynimiz sıra dışı bir organ. Onca karmaşıklığa rağmen düzeni sağlayabiliyor. Onca imkansızlığa rağmen bizi hayata bağlayabiliyor. Yepyeni dünyalar yaratabiliyor. Görmemizi, duymamızı, hissetmemizi, koku almamızı ve tat almamızı sağlıyor. Her şeyden önce bizi biz yapıyor beynimiz ve bunu daha da geliştirmemiz gerekir. Hiç yoktan bile bunları yapabiliyorsak, daha büyük çoğunluğunu keşfedemediğimiz beynimizi tam kapasite ile çalıştırabilirsek neler yapacağımızı kim bilebiilr?

22 Haziran 2013 Cumartesi

Öyle Bir Aşksın

Öyle bir güneşsin ki…
Bakmasam olmuyor, baktıkça köreliyorum.
Kendimi alamıyorum canım,
İçimi ısıtıyorsun, sensiz üşümeye mahkûmum…

Öyle bir hayalsin ki…
Asla sana ulaşamıyorum.
Düşlerimden dışarı fırlıyorsun sanki
Bense sınırsızca düşlüyorum bedenini aklımda…

Öyle bir ateşsin ki…
İçimde yanan alevden bi farkın yok.
Söndüremiyorum istesemde
Yakıyorsun ruhumu, haberin yok.

Öyle bir rüzgârsın ki…
Benliğimi uçuruyorsun bedenimden
Umutsuzca aranıyorum
Karşıma çıkansa uğultulu narin sesin…

Öyle bir acısın ki…
Tatmadan alınmıyor hislerin.
Yakıyor, bitiriyorsun duygularımı

Tutunamıyorum karşında duygularıma

Okuyucuya Sesleniş - 1

Ben kafası karışık biriyim.Sadece bilgisayarın önünde durmuşum, hayatlarımızdan kesitlerden bahsediyorum.Buna da başlayalım şöyle;
Herkes bildiğin gibi be, kimse değişmiyor aslında.Olduğu neyse o.Sen de öylesin. Ne kadar inat edersen et, yaptığın şeylere devam edeceksin içten içe.Monotonluğun aynen devam edecek.Kim mutluysa o sağlam kalacak, aşık olmadan yapamayacaksın sende, mutlu olmak için o aşkı arayacaksın fakat hayat sana yeterince şans vermeyecek, ya da kullanamayacaksın bu şansları. Her şeyin bittiğini sandığın o hüzünlü anlarda göreceksin birini, vurulacaksın ama belki sadece o anlık olacak. Her şey bu kadar kötü gitmek zorunda mı ki?Bir gün iyi geçecek, bir gün kötü. Öyle olmasını istemediğin o kadar çok şey olacak ki.. Zaten var. Bir düşün bulacaksın..İstesen değiştirebileceğin ama istediğin halde değiştiremediğin şeyler yok mu?

Bir gün, dolunay tepede seni aydınlatırken, inadına karanlığa çekecek seni duyguların. Kötü hissedeceksin, ağlayacaksın belki de ama hayat böyle işte.Düşünmek... Dünyanın en iyi şeyi belkide.Peki düşündüğün için kaybettiğin insanlar ne olacak? Ya kaybetmeseydim, ya düşünmeseydim cümlelerinin pişmanlığıyla geçirdiğin günler? Bunları kim geri getirebilir ki? Orada durmuş bu yazıyı okuyorsun. Üzerine düşünmek istemediğin konular belkide.Düşünmekten korkuyorsun.İnsan hayatını korkarak geçirmek, alabileceğin kararların tamamının sonucunu dehşete sürükler. Senin de kuş cıvıltılarını saatlerce dinlemeye hakkın var.Senin de hata yapma ve sonuçlarına katlanma hakkın var ama durup beklememelisin yoksa elindeki her şey kayıp gidebilir.Risk almalısın."En iyisine sahip olabilmek için en kötüsüne katlanabilecek misin?" Bu riski alabilmek cesaret gerektirir.Cesaret korkaklık değildir.Cesaret korkuları bilmene rağmen o riski alabilmektir.

Ben kafası karışık biriyim.Sadece bilgisayarın önünde durmuşum, hayatlarımızdan kesitlerden bahsediyorum.Onlarca yazı yazıyorum ama siliyorum hep.Sadece iyileri yayınlıyorum ancak bu değişmek üzere.Benim yazılarımı okuyorsanız beni anlamaya çalışmalısınız ve bunun en iyi yolu her yazımı okumanız.Bu sıralar bir çok hata yapıyorum ve olgunlaşmak buna deniyor sanırım.Önümde bir yaz tatili uzanıyor ve biraz daha risk almanın zamanı geldi diye düşünüyorum.Sonuçları ortada değil mi risk alanların? Fakat tek bir konu değil, tüm hayatım konusunda marjinal denebilecek kararlar almalıyım. Elbette düşünerek ve mantıklı bir şekilde. Ben mutlu olmak için yazmıyorum, ben yazdığım için mutlu oluyorum. Okuyan herkese teşekkürler...

19 Mayıs 2013 Pazar

Bir Yabancıya..

Ey yabancı; Bir yoldasın şu anda, hayattasın. Yolculuğuna devam etmeden önce bir mola ver ve dinle söyleyeceklerimi.Üzerine düşün biraz. Bir soruyla başlayalım konuşmamıza: Hayatının neresinde adalete şahit oldun? Hiç mi? Ben de öyle düşünmüştüm.Bu her zaman öyle olacak.Bak; Her zaman belli kişiler belli yerlerdedir.Paran mı var? O halde her şeyin var bu dünyada.Ne kadar entelektüel olursan ol, ne kadar bilge, zeki olursan ol, paran veya karizman yoksa sen bir hiçsin bu dünya düzeninde.Değerini kimse bilmeyecek, seni kimse anlamayacak. Senden daha az çalışanlar daha yüksek yerlerde olacaklar.En nihayetinde düşkünlere kimse yardım etmeyecek ve zenginler de zengin kalmaya devam edecek.

Sen ne kadar düzenli olursan ol, senden daha düzensiz olan insanlar sana düzen eğitimi vermeye kalkışacaklar.Senden bilgisizler seni cahillikle suçlayacaklar. Sadece yaşı büyük olduğu için saygı göstermek zorunda olacağını düşündüren insanlar olacak. Saygı kavramını yanlış anlayıp kölelik isteyecekler. Aşkı anlamayanlar sana aşkı anlatmaya çalışacak.Aşık olmayanlar aşktan bahsedecek.Hiç kimse olması gerektiği yerde olmayacak.Hayatın bir yalan ve para hikayesi olduğunu anlayana dek sürecek bu. Her zaman yargılanacaksın. Fiziksel özelliklerin, kusurların ve geçmişteki hataların asla peşini bırakmayacak. Zorunlu olarak okullara, üniversitelere gideceksin.Beynini yıkayacak, gereksiz bilgilerle dolduracaklar.Üstelik bunun adına eğitim diyecekler.Kandırılmaya çalışacaksın. Sana afyonlar verecekler, uyutmaya çalışacaklar;Din, para, okullar,politika. Gittiğin her yerde Saçınla,sakalınla, makyajınla, kıyafetinle yargılanacaksın. Birçok haktan mahrum kalacaksın bazen. Hoşgörü, hoşgörü diye naralar atan insanların, gülerek ve vicdansızca masum insanları yargıladığını izleyeceksin.Siyasi ve dini düşüncelerin insanları ayırdığını, onları savaşlara ve ölümlere sürüklediğini göreceksin. Boyu senden uzun olan insanlar, cüsseleri büyük olan insanlar, fiziksel özellikleri senden üstün olan insanlar seni her zaman ezmeye çalışacak. Hak ettiğin değeri göremeyeceksin. Birileri senden faydalanmaya çalışacak, seni gölgede bırakmaya çalışacak. Ama direnmelisin. Aydınlığa giden o zorlu yolu bulmalı ve geçmelisin.Binlerce yıldır devam ettiği gibi cahilliğin ve kurnazlığın tepede olduğu bir dünyada yaşadığını bilmelisin. Çok az sayıda gerçekten iyi insan var bu dünyada.Onları bulmalı, onlarla arkadaşlık etmelisin.Kendini eğitmelisin çünkü bu dünyada sana eğitim verebilecek senden başka hiç kimse yok.

Er geç öğreneceksin zaten bunları yabancı, ama çok geç olabilir.Şimdiden fark etmeli ve önlemini almalısın.Çünkü sen, değerlisin.. Yolun ve gözün açık olsun yabancı..



11 Mayıs 2013 Cumartesi

Hayat Ressamı

Her şeyin karardığı bir an vardır;
Tüm renklerin solduğu,
Tüm mutlulukların acıya dönüştüğü..
Ne yapacağını bilemez insan o anda
Bin bir hevesle boyasa da pahalı tuvalini,
Kirli bir bez parçasından öteye geçiremez onu.
Her şeye rağmen ressam olmak ister
İstediği gibi hayal kurmak,
İstediği gibi renklendirmek dünyasını...

Evet bir tablo olmayı hak eder hayatımız
Zihninizde yarattığınız o küçük çatı katlı, dumanı tüten evin
En güzel odasındaki, en güzel yerde olmayı
Hak ettiği yerde olmayı hak eder bu tablo
O halde neden denemiyoruz?
Neden başarılı bir hayat ressamı olamıyoruz?
İşte miladımız
İşte, tuvalimize ilk fırça darbesini
İndirmek için bir fırsat.
Artık renkleri canlandırmanın zamanı geldi
Mutlu bir hayat ressamı olarak,
Mutlu yaşayarak...


10 Mart 2013 Pazar

Özlemeye Dair



İnsan gerçekte ne kadar özler?
Herhangi bir şey, herhangi birisi.
Ne kadar özleyebilirsiniz?
yaşam sizi alıp savururken oradan oraya,
bir yaprak misali. Ve bir yıldız gibi
değişirken her gece yeriniz,
tatlı bir esinti olmaktan ibaret olan
kuzey yeli gibi.
Siz sabit değilken, başka bir şeyin sabit olmasını
ne cüretle istersiniz ki?

bir şeyi özlemek için,
sahip olmanız gerekir.
güneşi özleyemezsiniz mesela
ya da bir nehri
sadece güneşin sıcaklığını özleyebilirsiniz
sadece nehrin sesini özleyebilirsiniz
onların verdiklerini özleyebilirsiniz ama onları değil
çünkü onlara sahip değilsiniz.

siz, gün doğmadan uyanmayan insanlar
nasıl güneşi özleyebilirsiniz ki?


8 Mart 2013 Cuma

Eski Bir Hangar




  Eski bir hangar.. Eski bir sarı boya duvarlarda… Eskiden kapının olduğu büyük açıklıktan içeri girdiğinizde bedeninizi kaplayan o terk edilmişlik duygusu. Duvarları süsleyen amatör sprey boyaları ve yazıları. Yerlerde kalıntı sprey boya kutuları var, çoğu ezilmiş. Ortamdaki nem, yer yer yüreğinize işliyor. Küçük su birikintileri, zemindeki çatlaklar, köşede duran eski, büyük, demir dolap. etrafta yıllanmış taş duvarlardan ayrılan yığınlar ve cam parçaları ilişiyor gözünüze. Sizden beş metre yukarıda kubbe şeklinde bir tavan var, duvar boyaları soyulmuş. Hangar, yaklaşık otuz metre uzunlukta ve yirmi metre genişlikte. Duvarlar dört metre kadar yukarı uzanmış. Ruhunuzu kaplayan derin bir sessizlik havasını tamamlayan o yıkık görüntüler bunlar. Duvarların üstünde eskiden hoş göründüğünü düşündüğünüz camlar var, çoğu kırılmış. Duvar kenarlarında kırık cam parçaları, yer yer hangarın ortasına kadar sıçramışlar. Damla damla akan suyun sesi, pencerelerden giren güneş ışınlarıyla mistik bir hava yaratıyor. Duvar altlarındaki deliklerin birinden fare çıkıyor aniden. İrkiliyorsunuz ve geri adım attığınızda o kırılma sesi..




  Pencerelerden düşen bir cam parçasına bastığınızı anlıyor ve yönünüzü değiştiriyorsunuz. Hangarın diğer tarafına doğru birkaç adım atıyorsunuz. Artık adımlarınız daha dikkatli. Birden bir havlama sesi duyuyorsunuz yakından. Yankılandıkça ses azalıyor yavaşça. Kalp atışlarınız hızlanıyor. Nefes alış veriş hızınız adrenalinle birlikte hızla artıyor. Kaskatı kesiliyorsunuz, kıpırdayamıyorsunuz hiçbir yere. Yavaşça arkanızı dönüyorsunuz nefesinizi tutmaya çalışarak. Orada, sizden on metre kadar uzakta iri bir köpek duruyor. Belli ki sokak köpeği. Kahverengi teni ve sivri dişleri sizi daha da korkutmaktan başka bir işe yaramıyor. Olduğunuz yerde eğilip en yakından kalın bir demir parçası alıyorsunuz. Birkaç saniye köpekle bakıştıktan sonra köpek geri çekiliyor ve girdiğini düşündüğünüz yerden geri çıkıyor. Kısa ve ani bir gülümseme beliriyor yüzünüzde. Derin bir oh çekiyorsunuz, artık rahatladınız. Rahatlamanın verdiği huzurla elinizdeki demiri yere bırakıyorsunuz. Demir yere düşerken büyük bir hata yaptığınızı anlıyorsunuz fakat çok geç kaldınız. Demir, bir su birikintisine düşüyor, pantolonunuz ve ayakkabılarınız çamur oluyor. Bunca şeye rağmen bir kez daha gülüşüyor ve hangarın o büyük kapısından yavaşça çıkıyorsunuz. Adım adım ve dikkatli…

5 Mart 2013 Salı

Zor İş


Şiir yazmak zor iş be kardeşim…
Onca dert, onca sızı,
Bir kâğıda sığar mı hiç?
Sığmaz…
Bu yüzden güzel,
Bu yüzden şahane…
Şiir yazmak zor iş be kardeşim…
Aklın oradayken, burada yazmak,
“Sen!” diye başlamak şiire
ve “Ben!” diye bitirebilmek…
Kısacık cümlelerde gizli özneye koyabilmek seni…
Gözyaşların damla damla dökülürken kâğıda,
Umursamamak damlaları, sessizce yazabilmek…
Şiir yazmak zor iş be kardeşim
Tatlı bir tebessümle bakmak kâğıda,
İçten sevmek kâğıdı, kalemi…
Büyük bir heyecanla başlamak şiire
ve bitiremeyip bakmak kağıda boş boş…
Şiir yazmak zor iş be kardeşim…
Ama güzel,
Ama şahane.
Yırtıp atabilmek kâğıdı sonunda,
veya yaşayabilmek sonsuza…  


26 Şubat 2013 Salı

Bir Hayal Mektubu


Bir mektup yazsam sana sevgili,
Ne aşktan bahsederdim, ne meşkten
Yalnızlara yuva olmuş bir dünyadan bahsederdim
Kuşlardan,yaşlı ağaçlardan...
El ele tutuşamadan yitip gitmiş olan
Acılardan bahsederdim sevgili...

Mutluluğu anlatamazdım sana
Sürünmüş onca parfüm kokusunda
ve yitip gitmiş çiçeklerin arasında
Bir elveda dahi diyemeyip
Başlamış olan,
Ayrılıkları anlatırdım sana...

ya da korkulardan bahsederdim.
Kelimelerin zincirli kaldığı bir hapishanedeki
Gönlü yaralı, dili tutulmuş
Efsanevi yalnızlık canavarından
ve bin bir cesaret duygusuyla
Gözlerini ondan ayıramamanın
Çaresizliğinden bahsederdim sevgili...

Yazmak isterdim sana sevgili
En ufak harflerin arasından
Buğulu bir mektup yazmak isterdim
Kimsenin anlayamayacağı bir dilde,
Seni gizli özne, beni inatçı nesne
ve birleşebilirdik yüklemde,
Sen olsaydın sevgili, sen....

24 Ocak 2013 Perşembe

Sana Geldim

örtülüydü her yer yüksek duvarlarla.
kasvetli bir soğuk, çehremi yakıyordu
hiçliğin içinde bekledim seni ve bağırdım;
senin olmaya geldim !
seninle olmaya geldim !

sana aşık olabilmek adına, değiştirdim tüm cümleleri
yolları yüzdüm, denizleri yürüdüm..
ve kimsenin göremeyeceği bir şekilde,
ağını ördüm sessiz ölümün..

ırmaklar dolandı etrafımdan, nehirler tükendi,
kuşlar, ötmeyi bıraktı
alimler, düşünmeyi bıraktı
ve ben, yaşamayı bıraktım
çünkü sana geldim !
seninle olmaya geldim !

duruldu tüm eşşiz ağaçlar,
meyve vermeyiz dediler, direndiler
kim kurtarabilir bunları dedik, ey insanlar,
ben dedim nefesimle söylerken uğultulu şarkıları,
seninle her şeyi değiştirmek uğruna
sana geldim,
seninle olmaya geldim !