28 Aralık 2012 Cuma

Hayat Kırıklıkları

Ne zaman bir bebeğin minicik eliyle parmaklarınızı sıktığını hatırlıyorsunuz en son?
Ya da ne zaman sebepsizce kırlarda koşarak enerji dolu ve mutlu olduğunuzu hatırlıyorsunuz?
Çok oldu değil mi?
Sebepsiz yere arar olduk hayal kırıklıklarını.
Çünkü insanlar bizi o kadar üzdü ki,
O kadar kırdılar ki kalplerimizi,
Ne olduğunu anlayamadan kanıksadık bu durumu.

Yağmur serpti hafiften, şemsiyemizi çıkardık anında.
Oysa bilmiyorduk yağmurda ıslanmanın verdiği huzuru.
Biz insanlar ruhsuzlaştık.
Biz insanlar, hayatın bize sunduğu harika şeyleri görmezden gelip sadece ağladık!
Hem de en mutlu günlerimizde bile alıştık ağlamaya.
Evet aldatıldık,
Evet arkadan vurulduk!
Evet yaşarken öldürdüler bizi bazen!

Peki neyi değiştirdi?
Güneş hala tüm sıcaklığıyla karşımızda değil mi her sabah?
Kuşlar cıvıldamayı kesti mi?
Dünya dönmeyi bıraktı mı?
Hayattan zevk almayı unuttuk biz büyüdüğümüzde.
Gülerek paslı çivilerle oynamayı, istediğimiz gibi yiyip içmeyi unuttuk.
Ufacık dertlerden kendimizi dünyadaki en dertli, en mutsuz insan ilan ettik.
Hep bardağın boş tarafını gördük.
Hep küstük hep inatlaştık hep hüzünlendik.

Peki neye yaradı?
Daha mı mutluyuz kendimizi üzerken?
Daha mı mutluyuz kendimizi kısıtlarken.
Dünyadaki bu ikinci el yaşam savaşında nasıl göğüs gerip saldıracağımızı bilmeden,
Savunmaya geçtik anında.
Ve sonunda dört bir yandan sardılar etrafımızı.
Kapladı üstümüzü kara bulutlar.
Bu sefer daha çok ağladık.
Sağanak sağanak yağdı üstümüze inkar bulutları.
Ve biz, hayata karşı koyup gülmek yerine oturup dertlerimize ağladık.
Bardağın dolu tarafını da döktük, boşalttık bardağı.

Peki ne uğruna?
Daha şanslı olmak adına,
Olasılık adındaki bu samanlıkta, mutluluk olan iğneyi aradık.
Hem yorgun düştük, hem de kaybettik kendimizi
'Şanssız' bildik ruhlarımızı,


Sonunda ruhsuz kaldık...





14 Aralık 2012 Cuma

2012 Su Gibi Geçti Gitti


2012 su gibi geçti gitti, farkına varamadık belki de.Sonuçta;
Hepimizin hayatı değişti iyi veya kötü yönde.
Kimileri hüzünlü bir yıl geçirdi,
kimileri en mutlu yılını yaşadı. Kimileri ağladı, kimileri güldü.
Kimileri başardı, kimileri hayal kırıklıklarıyla baş başa kaldı.
Kimileri aşkı buldu, kimileri iseyalnızlıkta boğuldu...

İşte bu yıldan benim aklımda kalan dünyadaki en önemli olaylar ve açıklamaları:

Curiosity - NASA nın gelişmiş Mars kaşif robotu
Felix Baumgartner - 39.000 metreye balonla çıkıp serbest atlayış gerçekleştirdi ve canlı olarak 7 milyon kişi tarafından seyredildi
Oscar Pistorius - olimpiyatlarda yarışan ve yarı finale çıkabilen ilk protez bacaklı atlet
SpaceX - UUİ 'ya kenetlenen ilk ticari gemi
Usain Bolt - 100 ve 200m de dünyanın en hızlı adamı 9.63sn/100m rekoruyla
Sandy Kasırgası - ABD yi vuran ve çok fazla maddi ve manevi kayba yol açan kasırga
Ye Shiwen - 16 yaşında bayanlar 400m de 58.68 ile dünya rekoru kırdı
Michael Phelps - Tarihte yüzmede en çok madalya kazanan sporcu
Gazze - İsrail Gazze'yi bombaladı
Suriye - Suriye'de iç savaş
Yunanistan krizi - Yunanistan devleti iflasın eşiğine geldi ve halk ayaklandı
Venüs geçişi - Dünya'ya en yakın gezegen olan Venüs, Dünya ile Güneş'in arasına girdi.Bir sonraki 2117'de.
Iphone 5 - Apple tarafından Iphone 5 tanıtıldı ve satışa sunuldu
Windows 8 - Microsoft tarafından Windows 8 tanıtıldı ve satışa sunuldu
Maya Takvimi - 21 Aralık 2012 de biteceği iddia edilen maya takvimi hakkında söylentiler fazlasıyla yayıldı.
Gangnam Style - PSY'nin çıkardığı Gangam Style şarkısı ve klibi Youtube'de dünyanın en çok beğenilen videosu oldu.
CERN - Tanrı parçacığı da denilen evrenin en çok yer kaplayan maddesi olan Higgs bozonu bulundu.

Bir de Google'ın hazırlamış olduğu genel bakış isimli 2012 yi özetleyen video:


2 Aralık 2012 Pazar

Denemeler - 2

*Bizim sorunumuz ne biliyor musunuz? Bazı adamlar kadınlara zerre kadar değer vermiyor, ama eksik de kalmıyorlar.Yanlarında her zaman birileri var. Belki de biz fazla duygusalız. Belki biraz fazla romantiğiz.Belki de gereğinden fazla 'erkeğiz..'

*Kimse tamamen yalnız değildir.Yalnız insan olamaz ki? İnsan tek başına yaşayamaz.Susuz yaşayabilir misiniz? Yemeden içmeden yaşanmaz.Dağ başında bile olsanız içeceğiniz suyunuz olmalı yanınızda, yoksa yaşayamazsınız.

*Zifiri karanlık istiyorum, şehir ışıklarından uzak, saf karanlık.. ve sırra kadem basmak, hiç kimsenin olmadığı hiç kimsesizlik ülkesine gitmek istiyorum.Böylesi daha iyi olacaktır, acınası bir yalnızlık..

*Aşık olmak diye bir şey var.Aynı ufo görmek gibi.İkisinde de ne olduğu belli değil, oldukları zaman heyecanlanıyorsunuz ama bittiği zaman gerçek olmadığından eminsiniz neredeyse.Bir an için eminsiniz ama daha sonra kaybolduğunda, ikisinin de aslında olmadığını fark ediyorsunuz.

*Belkide biz ölümcül hatalar yapmaktan korkarak yaşadığımız için kaybediyoruz.Kimin kimi sevdiği, umursadığı dünyada umursanmazken, hala biraz fazla insan olduğumuz için kaybediyor ve bundan gurur duyuyoruz..


Denemeler - 1
Denemeler - 3


20 Kasım 2012 Salı

Bir Tutam Mutluluk



Aslında insan mutludur.Neler olursa olsun, neler yaşarsa yaşasın.Aşık mı oldun? Mutlusun, Yeni mi ayrıldın sevgilinden? Mutlusun.Yeter ki o mutluluğu keşfet içinde.Herkesin hayatta mutlu olduğu ve olmadığı anlar vardır.Değişen sadece şartlar.İçindeki mutluluk tamamen aynı.Onu keşfettiğin zaman mutlu olamayacağın zaman yok. Kendini kandırma ve çık karanlığın içinden.Mutlusun !

Aşık olmadan da mutlu olabiliyorsun.Yalnızlığın o tatsız kokusuz huzurunun tadına varabildiğin sürece de mutlusun...ve istemeden de olsa, düşünmüyorsun hiçbir şeyi.Mesela telefonunu rahatça bir yerlerde unutabiliyorsun.Sürekli Twitter'da Facebook'ta birilerinin profiline bakmak zorunda değilsin.Dert yok, tasa yok.Ne kadar da harika aslında değil mi? Bunlar güzel yanları yalnızlığın.Eğer mutlu olmak isteyen bir yalnızsanız bunlar size göre cümleler...

Ancak şöyle bir gerçek de var ki, aşkın tadına varmış bir insan uzun süre yalnızlığa alışamıyor.Çünkü aşk, eğer karşılıklıysa verdiği haz kelimelere sığmıyor. Mutluluğun tanımı, karşınızdakinin isminden ibaret oluyor.Ne zaman tatlı bir kuş cıvıltısı duysanız, aklınıza o geliyor.Ne zaman bir insanın güldüğünü görseniz, aklınıza o geliyor.Bundan daha büyük bir mutluluk olabilir mi? Aşık bir insanın hayattan anladığı da budur işte, çoğul mutluluk!

Eğer gerçek yaşanabilirse her koşulda mutlu olunabilir.Mutluluk sadece aşk değil, sadece yalnızlık değil.Aç bir insan için mutluluk, bir tutam ekmektir.Engelli bir insan için mutluluk, engelsiz hayata katılabilmesidir.Bir komedyen için mutluluk, insanları güldürebilmesidir.Dindar için mutluluk, inancını yaşayabilmesi, müzisyen için mutluluk müzik yapabilmesidir.Ne isterseniz, onu yaşadığınız zaman mutlu olursunuz.

"Mutluluk daima yakınımızdadır, yakalamak için çoğu zaman elimizi uzatmak yeter."

*George Sand



Bazen istediğiniz şeyler gerçekleşmez.Mutsuz hissedersiniz kendinizi.Ancak her zaman söylediğim bir söz vardır.Bir şeyi yeterince isterseniz, başınıza geldiğinde fazla acı çekmezsiniz.Bu da dolaylı olarak her şeyi pozitif görmenize yol açar.Mutluluğun pek de keskin görünmeyen sırlarından biri budur aslında.

Hayallerimiz

Hayaller... Çoğumuzu yaşama bağlayan umudun anahtarları.Görüş açımızın sınırlarına uzanan derin bir yolculuk. İnsan hayal kurmayı sever, hayal kurmayı özler, hayalsiz yaşanabileceği ihtimalini bile göremiyorum...


Çoğumuz yaşarız, ya da yaşadığımızı sanarız umarsızca.Peki bunu sağlayan nedir? Şimdiki anımız, geçmişe bağlı değil midir? Ve gelecek de şimdiki anımıza.Bu ilişkilerden yola çıkarak biliriz ki hayaller şekillendirir hayatımızı.Pek çoğu yıkılır hayallerin, boşa çıkar.Bunlardan elimizde kalan tek iyi şey ise, onu hayal de olsa yaşamamızdır.Rüyalar gibi, uyanmak istemeyiz güzel hayallerden ancak her şeyin bir sonu var.

Bazen ağlarız, hayallerimiz teker teker yıkılırken onları seyretmekten bıktığınızı haykırmak isteriz? Neden bazıları hayalleriyle yaşamın zirvesine çıkarken bazıları dibe batıyor? Çünkü hayallerinin yanında umudun olmazsa, bataklığın dibinde yerin hazırdır.Hayallerin mantıklı olması gerekmez ama sizi yaşama bağlayacak hiçbir şey olmazsa bunların gerçekleşebileceğini nasıl düşünebilirsiniz ki?

"Sanırım hayâl kurarken malzemeden çalıyoruz, çünkü sürekli yıkılıyor!"

*J.Christophe

Hiç unutmam bir hayalim yıkıldığı zamanki hislerimi.Ağır ağır üstüme yürüyen bir yalnızlığa ek olarak hüzün.Başarısızlığın vermiş olduğu o keskin nefret kokusu...

Yeni doğmuş bir kuşun uçamayacak olması gibidir bazı hayaller.Ya da yeni bir takımın şampiyonlar ligi şampiyonu olması.O an için imkansızdır ancak eninde sonunda gerçekleşebilirler.Yeterince gerçek hayaller kurarsak elbette gerçekleşebilir.Yoksa sağlam bir kuşun uçamaması için neden var mıdır? Sadece yeterince istemiyoruz.İnanmıyoruz.Hayal kurup bırakırsanız hiç bir işe yaramazlar.Onları gerçek hayata sokmazsanız hep birer hayalden ibaret olurlar ve size bir faydaları olmaz.

Her zaman bir hayali olmalı insanın.Hayalsiz insan, yapraksız bir ağaca benzer.Ne kadar temelde ağaç olursa olsun, yaprakları olmadan ne kadar yaşayabilir ki? Ne kadar güzel görünebilir ki? Yaprak çıkmayan ağaçlar için aynı şeyi dallara benzetebiliriz.Her zaman hayaller bizi aslında hayata bağlar.Yaşama sebebinizin olması, yaşamdan zevk almanıza yol açacaktır...

Hayallerinizi gerçekleştirmek için neler mi yapabilirsiniz? Aşağıdaki videoyu izlemelisiniz...





9 Kasım 2012 Cuma

Aşkın Sevgisi

İnsan nasıl aşık olur? Ne zaman, ne şartlarda aşık olur? Ya da sevmek diyelim daha genel biçimde.
Sevmek karşılıklı olmak zorunda değildir. Platonik aşk kavramını da bu yüzden reddediyorum.Aşk dediğin karşılıklıdır. Platonik sevgi kavramını benimsiyorum.

Sevmek nasıl olur? Bir bitkiyi,hayvanı ya da bir eşyayı sevmekten bahsetmiyorum. Aşkın sevgisinden bahsediyorum burada. Aşkın sevgisi öyle bir şeydir ki, ne kadar uzak durmaya çalışırsan o kadar yakınlaşırsın. Bakmamaya çalışırsın, görmemeye çalışırsın ancak her ikisi de başına gelir. Yavaş yavaş sevmeye başlarsın. Anlık çarpma sevgi değildir.Anlık sevgi, yani ilk görüşte aşk kavramı da burada mantıksızlık paradoksuna yakalanıyor.

Sevgi anlık olmaz, sevgi sindire sindire yerleşir beynimize. Yıllarca orada yaşayabilir.Sizin aklınızı kurcalayarak ve bazen de hayatı sevmenize sebep olacak şekilde mutasyona uğratır. Ancak gidişi o kadar zor olmayacaktır.Sevgi yıllarca beyninizde tutunduktan sonra tek bir şeyde silinebilir.Bu bir aldatma, ayrılık olabilir. Elbette izleri kalacaktır ama eskisi gibi sevmeyeceksiniz.Denemesi bedava.Tabi bilerek sevmeyi başarabilirseniz.Sevginin silinmesinden sonra kalan o boşluk hissi bundandır. Ne kadar severseniz sevin, eninde sonunda bitecektir.Hayatın gerçeği bu.Ondan sonra düşünmeye devam edersiniz.Kalbiniz hızla atmaya, belki de ağlamaya devam edersiniz. Fakat bunlar sadece alışkanlıklardır.Gözlemlerime göre, yeni aşklar bittikten sonraki ağlama seansları(!) uzun aşklara göre çok daha kısadır.Bunun nedeni sevginin yeterince yerleşememesidir beyne.

2 Kasım 2012 Cuma

Hayatı Sevmeyi Öğrenmek

İnsanlar görüyorum.Umursamazca yaşamlarını sürdürüyorlar.Tamamen monotonluk içerisinde yaşayıp gidiyorlar.Yaşamak denilebilir mi buna? Tartışılır...

Bir öğrenci okulu neden sever örneğin? Okulda sevdiği birisi, ya da bir şey varsa sever. Hayatımız da böyledir.Sevdiğimiz şeyler yapmazsak, sevdiklerimizle birlikte olmazsak, hayat çekilmez hale gelebilir.Monotonlaşır ve bir robot gibi yaşamayı sürdürürüz.Değişiklik olmadan, heyecan olmadan, aynı sıkıcı şeyler.Yeni şeyler denemeli insan.Hayatın akıcılığına kapılıp her sabah günaydın diye bağırabilmeli dünyaya.Kuşlarla şarkı söyleyip, rüzgarla dans edebilmeli.Buna hayatı sevmeyi öğrenmek diyoruz.İnsan hayatı sevmeden neyi sevebilir ki?


 Şu anda oturduğunuz yerden, hayatınızı göz önüne getirin.Ne kadar monotonsunuz? Severek yaptığınız kaç şey var? Bunları bir düşünün.Burası bir savaş meydanı .Moralsizler kaybediyor.Hayatı sevmeyenler, ona yenik düşüyor. Hayatı sevmek konusu ise basit kelimelerle anlatılamaz.O, yaşanılmaz bir dünyanın nasıl yaşanabilecek bir dünya haline getirildiğinin konusudur. Çırpındığınızı fark edin. Yine de aklınızın bir köşesinde, karşı koyan bir şeyler var. Ayağa kalkın.Hayattaki tüm kötülüklere direnin ve ayağa kalkıp savaşmaya başlayın ! Bu savaşta size hiç kimse yardım edemez.Tyler Durden'in Fight Club'da söylediği gibi;



"Bizler tarihin ortanca çocuklarıyız...Bir amacımız yok; ne büyük savaş ne de büyük bir buhran yaşadık...Bizim savaşımız ruhani savaş... Ve bunalımımız kendi hayatlarımız..."




Hayatınızın değerini bilin. Bir kuşun, gökyüzünü sevdiği gibi sevin hayatı. Bir yaprağın ağacı sevdiği gibi 
sevin. Ona muhtacız. Bizi biz yapan şey, hayatımız. Bize en büyük armağan hayatlarımız. Onu seveceğimiz bir şeye dönüştürmezsek ne anlamı kalır bizler için?

1 Kasım 2012 Perşembe

Zamanı Ölçmek



Zamanı düşündüm bugün.Zaman, bizi yanıltabilecek o kadar çok şeyle dolu ki.. Biz, onu ölçmek için saatler,takvimler kullanırız.Ama hangisi çözümdür ki ölçümde? Hangisi doğru sonuç verir? 7 milyar insan olarak takvimlere,saatlere bağlı yaşıyoruz.İlkel kabileleri saymazsak tabi.

Hiç düşündünüz mü? Neden bir dakika altmış saniye? Ya da bir gün neden 24 saat? Güneşin batışı ve doğuşuna göre ayarlandığı söyleniyor.Peki o bir saniyelik süreyi hatırlayın.Saatinize bakın ve bir saniyenin geçişini izleyin.Neden bir saniye o kadar? Neden daha kısa ya da daha uzun değil? Birileri zamanında her şeyi kontrol ederek bazı şeylere karar vermiş.Biz de bunları uyguluyoruz.Acı verici bir gerçek olsada durum böyle.

Hepimiz biliriz.Bazı anlar kısa, bazı anlar uzun geçer. Sevdiklerinizle iken zamanın hızlıca akıp gittiğini fark edebilirsiniz.Oysa o sırada canı sıkılan bir insan için zaman iki kat uzun gelir.O halde zaman nasıl ölçülebilir ki? Şimdiki dakikaların herkeste ortak olduğu kanısı gerçekliğini yitirmez mi? Seven insan için bir saniye, bir dakikadan önemlidir.O heyecanla, zaman algımızı yitiririz.Zaman ölçülemez olur.Sürekli saate bakakalmak ve geçişini görmek zor iştir.Özellikle de saatler geçerken.Bir bakmışsınız, akrep de yelkovan da ilerlemiş.Bir bakmışsınız, daha da ilerlemiş.

Daha ne kadar dönüp duracağız zaman çemberinde? İlerlediğimizi sanıyoruz, etrafımıza bakıyoruz, zaman ilerlemiş.Ama insanlık ilerleyebiliyor mu? Zamanın bizi aldattığı kadar başka aldatan var mı bizi? Zamanınız, yaşadıklarınızla ölçülür.Saatlerle değil...

26 Ekim 2012 Cuma

Yaşama Sanatı

Yaşamak, hem acı çektiren, hem de kısa süreli sevinçlerle bizi mutlu eden şey... Bir sanat! Ölümün olduğu bir yerde ciddiyetin had safhasındaki nokta.Ölümden önceki hem ilk, hem de son durak Yaşamak, ciddi bir iş.Yine de burada, yalnız olmak durumundayız.Yalnız doğduğumuz ve yalnız öldüğümüz gibi, yalnız yaşarız... Ne kadar sosyal olursak olalım, kiminle yatarsak yatalım, hep yalnız yatarız aslında.Kafamızın içindeki o ütopik dünya, yalnızlıklar dünyasıdır.Diğeri ise geçicidir.Kaybolur bir süre sonra, sonsuzluğa karışır...

Yaşamak sanatı, hayal kırıklığı sanatıdır aynı zamanda.Ki o yüzden "Yaşamak, hayaller kurmak ve sebepsizce bu hayallerin teker teker yıkılışını izlemektir." Acılara katlanmaktır yaşamak.Tüm işini bırakıp yaşayacaksın.Yoksa odaklanamaz ve ölürsün... Usta Nazım Hikmet'in dediği gibi ;


"Yaşamak şakaya gelmez, 
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın 
                       bir sincap gibi mesela, 
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden, 
                       yani bütün işin gücün yaşamak olacak. "

Herkes yaşam savaşı verir kendince. Bu savaşların eskiden daha basit olduğu söylenir.Meydana çıkıp savaşacaksın.Kazanan yaşar, kaybeden ölür.Fakat şimdi öyle değil.Meydana çıktığında karşında şirketler,siyasetçiler, öğretmenler,okullar,sınavlar,askerler,polisler, eylemciler olacaktır.Ancak hepsini devirerek yaşayabilirsin.Diğer türlü, ya onlardan biri olursun, ya da ölürsün.Fakat bildiğimiz ölmek değil.Yaşayarak ölmek.Her gün acı çekmek, tutunamamak hayata...

O insanların arasında da senin gibiler olacaktır.Henüz girdaba girmeyi istememiş, fakat zorla çekilmişler.İyi insanlar bulacaksındır.Eğitecekler, doğru yolu göstermeye çalışacaklardır ama ne fayda...

Gözlerini kartal gibi açık tutmak zorundasın.Her ayrıntıyı görmek, her tilkiyi fark etmek zorundasın.Yoksa bir tavuk gibi yem olursun onlara.Acı çekmek istemiyorsan, kalabalığın arasından özgün kalarak sıyrılmayı bilmelisin.Sistemin altında ezilmekten kurtarmalısın kendini.Ancak böyle yaşadığın zaman buna "YAŞAMAK" denilebilir.Herkes yaşar, fakat herkes yaşama sanatını öğrenemez...


9 Ekim 2012 Salı

Sevgi ile Sadakat

Sevgi ve sadakat.En çok karıştırılan kavramlardan ikisi bunlar.Aşk ile hoşlantı gibi de düşünebiliriz.İnsan bencil varlıktır.Ancak bazı istisnalar bu durumu tersine çevirmekte.Gerek aşk olsun, gerekse sadakat olsun ikisi de insanın kendi dışına duyduğu iyi hisleri belirtir.Peki nedir sevgi ve sadakatın farkı?

Ailenizi sevdiğinizi düşünürsünüz.Elbette bu böyledir ancak onlara olan manevi borcunuz sadakatı doğurur.Sevgi ve sadakat birbirlerinin alt kavramları olmalarına rağmen fark burada ayrışmakta.Sadakat bağlılığı dile getirir..Birilerine olan güveninizi,sevginizi içselleştirmenin yoludur sadakat.Sevgi ise içimizdeki güzel duyguların, güzel anıların birleşimiyle duyduğumuz his oluyor.Sadakat sevginin daha derinindedir.Kalbimizde sevgiden daha derin bir yere gömülmüştür.Sevgi yok olabilir fakat sadakat yok olmaz...

4 Ekim 2012 Perşembe

Savaşa Hayır !



Tedirginlikle söylüyorum ki birileri savaşı çocuk oyuncağı zannediyor.Savaş basit bir şey değildir.Büyüklerinize, dedelerinize sorun, anlatsınlar savaşın zorluğunu.Çektikleri sefaleti anlatsınlar.Savaşta milliyetinizin,ırkınızın bir önemi kalmaz.Onun için savaşırsınız belki ama nereden kurşun yediğinizi anlamazsınız.

Bize yıllarca tarih kitaplarında Türk milletinin ne kadar üstün olduğu, savaşçı,hoşgörülü olduğu anlatıldı.Ancak zaman değişiyor.Eskiden savaşta taktikler vardı.Sınıf farkı azdı savaşlarda.Şimdi ise tek bir bombayla bir şehir yok olabiliyor.Siz plan yaparken aniden ölebilirsiniz.Lütfen savaşı destekleyenleri desteklemeyelim.Birileri, satranç tahtasını kurup piyonları sürmeye başlamaktadır.Ancak biliyoruz ki o birileri, savaş başladığı an ülkeden uçacaklardır. Savaştan sonra ağıtlar Anadolu'da, zafer naraları ise Avrupa ve Amerika'da atılacaktır.Tekrar ediyorum, lütfen oyuna gelmeyin.Bu bizim savaşımız olmamalı.

Mustafa Kemal Atatürk'ün bizlere emanet ettiği bu ülkeyi koruyalım.İlimde,bilimde ilerleyelim.Eğitim görelim ve ülkemizi böyle yüce yapalım. #savaşahayır

"Savaş; korku ve sefaletten başka bir şey veremez. Yakar, yıkar, öldürür, yok eder..." 





*Nazım Hikmet

30 Eylül 2012 Pazar

Korkunun İçindeki Korku

Birileri tehlikeli şeyler yapar.İnsanlık adına iyi şeyler yapar.Birileri açıktan karşı koyar ve birileri de izler.Aramızda olan bir kaç iyi(!) adam da icraat olmaksızın bu işleri yapana sürekli tehdit mektupları,e-mailler göndererek onları korkutmaya çalışırlar.Bazıları korkar ve durur, bazları ise durmadan devam eder...

Korku nedir? Korku bilgisizliğin veya isteksizliğin sonucunda vücudumuzun ürettiği hormonların bileşkesiyle hissettiğimiz duygudur benim tanımıma göre.Cesaret ise aldırmamazlık olabilir bunlara karşılık.İnsanlardan örneklememize devam edelim.Tehdit edilirler demiştik.Tehdit nedir peki? İnsan neden tehdit eder? Çünkü korkar.Korktuğu için korkutmaya çalışır.O insanlar bir şeyler yapacaklar ve tüm planları suya düşecek.Onlar tehdit ederler çünkü korkarlar. Çünkü korku anında düşünme yetimiz minimumdur.Korktuğumuz şeyden uzaklaşmak için ne yapabilirsek yapmaya çalışırız.



Karanlıktan korkan bir adamı ele alalım.Evde tek başınayken elektrikler kesilir.Önceden aldığı tedbir(korkunun yansıması) ile anında odadaki sabit ışıldak yanmaya başlar ve ortam aydınlık olur.İki oda arasındaki koridorda ise ışık yoktur ve adamımız en önemli işi olsa bile, o anda o ortamdan geçmek istemeyecektir.Bir müddet sonra beyin sakinleşir ve adam karanlığı kontrol etmeye başlar."Ne var orada? Ne gelecek acaba karanlıktan?" gibi sorular sorarak bir karanlığa, bir aydınlığa bakmaya başlar.Adamımız zaman geçtikten sonra elektriğin gelmeyeceğini anlayıp sonunda ne pahasına olursa olsun yaklaşık üç saniyeliğine karanlıktan geçmeyi kendine kabul ettirir.Ve içinden saymaya başlar. Bir! İki! Üç! Anında yerinden fırlar.Salgıladığı adrenalin hormonu kalbinin hızlı atmasını ve soluk alıp verme hızını arttırmasını sağlar.Koşmaktadır.Sonunda odaya gider ve sakinleşir.İşini hallettikten sonra aynı adrenalinle koşarak odasına döner.

Normal hayatı ele aldığımızda bir adamın evin içinde deli gibi koşması mantıksızdır.Korkunun bizde bıraktığı etki beynimizi felç ettiğinden normalde kesinlikle yapmayacağımız şeyleri yapabiliriz.Bir Yunan Atasözü der ki"Korku mantıktan daha kuvvetlidir." Korktuğumuz için korkuturuz, korktuğumuz için olayları engellemeye çalışırız.Bunları engellemenin yolu ise irademizden geçer.İrade sahip olduğumuz en güçlü araçlardan biridir ve bizi korkunun içindeki korkudan korur...

26 Eylül 2012 Çarşamba

Bizim Büyük Çaresizliğimiz

Sizin hiç eliniz kolunuz bağlandı mı? Gerçek anlamda demiyorum.Yani hiç bir şey yapamayacak durumda oldunuz mu? Çoğunuz olmuşsunuzdur.Bizim lügatımızda buna çaresizlik deniyor...

Bizler yetenekli canlılarız.Ancak elimizde olmayan nedenlerle hayatlarımız mahvolabiliyor ya da yükselebiliyor.Bir şeyi istiyoruz, olmuyor.Çaba gösteriyoruz, olmuyor.Ya karşıdaki insanlar yeterince iyi olmuyorlar ya da hayat bize yeterince fırsatlar tanımıyor.Çeşitli nedenlerle düzenimiz bozuluyor anlayacağınız.

Siz iyi bir insan olabilirsiniz, karşınızdakini düşünebilirsiniz.Ancak herkes sizin gibi değildir.Empati kurmayan insanlar, hatta düşünmeyen insanlarla dolu etrafımız. Bazen ne yaparsak yapalım bizi anlamıyorlar.Elimizden gelen her yolu deniyoruz, emin olun deniyoruz ama umurlarında bile değil.Bu da bizi çaresizliğe sürüklüyor.Elbette yapabileceğimiz şeyler var ancak bu şeyler bizi o değer verdiğimiz insanlardan uzaklaştırabiliyor.Bu riski alamıyoruz çoğu zaman.

Tamamen hissizleşiyoruz çaresiz kaldığımızda.Ne ağlayabiliyoruz, ne gülebiliyoruz ne de başka bir şey...Herkes çaresiz kaldığını düşünür bazen ancak bazılarımız vardır ki, onların çaresizliğini anlatmaya ne kelimeler yeter, ne de düşünceler...

24 Eylül 2012 Pazartesi

Suskunluk



Bazen an gelir, içindekini söyleyemezsin. Kelimeler dudaklarından dökülmez. Boğazında bir düğüm toplanır. Yutkunman zorlaşır ve gözlerin dolmaktadır. O anda nefes alamazsın, yazamaz,çizemezsin. Felç geçirmiş gibi öylece durursun onun karşısında, acı çekersin...

Susarsın bazen, sadece susarsın.Anlamasını beklersin ondan ama anlamaz, belki de anlayamaz.Senin onu düşündüğün kadar düşünmemektedir.Sana verebileceği değer pek azdır onda.



Bazen an gelir, karşı koyamazsın hiç kimseye.Gönlün kimi istediğini söyler, aklın kabul etmez.Uzaklaşmak istersin ve ilk fırsatı değerlendirirsin.Ne demişler, “Acı çekiyorum, bir daha acı çekmemek için...”
İçinde fırtınalar kopar bazen, dışında ise martılar uçuşur, derinlerdeki hislerinden kimsenin haberi  olmaz.Yağmur altında ağlayabilmek için yalvarırsın tanrıya... ya da hissedebilmek için onun tenini...

Bazen ağlarsın, kalabalığın orta yerinde yalnızlığına çekilip ağlarsın.Kimse duymuyormuş gibi ağlarsın, provasız,perdesiz bir oyundur bu.İçindeki durgunluk bitmek tükenmeyen dalgalara dönüşüp kıyıya vurmaktadır.Kıyıdaki insanlar seni fark edemediklerini fark etmişlerdir, ve sen durursun...Durgunluğun nirvanasında kendini bulursun. Ve dersin ki, bazen çığlık atmaktır susmak, bazen imkansızlıkları dile getirmektir susmak, ve en çok da acı çekmektir susmak...

23 Eylül 2012 Pazar

Denemeler - 1

İnsanlar garip cidden.Ben aklıma gelenleri söyleyen birisiyimdir.Bu yüzden çok eleştriliyorum. Çünkü insanlar eleştirilmeye tahammül edemiyor.Her zaman en iyileri kendi.Atalarımız boşuna dememiş "Akıl akıldan üstündür." Senin bilmediğin şeyi başkası bilemez mi? Bazen ben de kendimi haksız buluyorum bu konuda.Bende o garip insanlardanım...

İnsanları inceliyorum zaman zaman.Kalabalık ortamlarda kendi yalnızlığıma çekilip insanları izliyorum ve ne kadar garip olduklarını düşünüyorum.Anlam veremediğim şeyler yapıyorlar.Kendilerini kaptırıyorlar hayata.Bu iyi bir şey değil.Evet anı yaşamalıyız evet mutlu olmalıyız böylelikle ama fazlası ne için? Anlamıyorum bunu.Buna yaşamak deniyor sanırım.

Planlar, planlar, planlar. Her zaman deriz şunu yapacağım, şu saatte şurada olacağım.Şu gün şu işimi bitireceğim vs. İstatistiksel bir bilgim olmamasına rağmen bu planların yarısından fazlası yapılmıyor buna eminim.Kendim dahil etrafımdaki insanları incelemelerimden çıkardığım sonuç bu.Herkes aynı dertte.Planlamaya gelince iş güzel ama üşengeçlik ve tembellik adını verdiğimiz bazı kavramlar bu duruma engel oluyor.

Denemeler - 2
Denemeler - 3

19 Eylül 2012 Çarşamba

Şans

Şans faktörü kabul etsek de etmesek de hayatımızı etkiler.İyi veya kötü.Bu tartışılabilir bir meseledir elbette.Benim görüşüme göre şans, hesaplayamadığımız olasılıkların bileşkesidir.Bu anlam farklılıkları da bununla birlikte çözülmüş oluyor.

Bir zar attığınızda zarı fırlattığınız anda ne geleceği bellidir.Zarın boyutu,şekli,etraftaki dış etkenler(rüzgar gibi) tavlanın sürtünme etkisi, atış hızınız ve yönünüz gibi bir çok özellik bu zarın kaç geleceğini belirlememizi sağlar.Ancak tüm bu olasılıkları hesaplayamayacağımız için buna şans deriz.Parayı atma ve yazı-tura meselesi de böyledir.

Hayattaki şans ibresi her zaman doğruyu göstermez.Geleceği bilmediğimizden dolayı hatalar yaparız.Yaptığımız hatalar ve inanların içindeki duygular ve düşünceler bizim hayatımıza yön vermektedir.Durumun tersi için de kurallar geçerlidir.

Her ne olursa olsun işimizi sağlama aldıktan sonra şansa bırakmalıyız.Şans zeka olmaksızın hiç bir işe yaramaz.

15 Eylül 2012 Cumartesi

Kıskanç İnsan

Kıskançlık...En çok bilinen kavramlardan biri olmasına rağmen bazen anlamlar karıştırılabilmektedir.

Öncelikle, sevgiyle ilgili olanından bahsedelim.İnsan neden kıskanır? Çünkü insan bir şeye sahip olduğunda tamamen onun olmasını ister.Paylaşmak istemez.Çünkü bencildir insan.Duygularını köreltmiş bir şekilde hedefine odaklanır.Kendisi için ister.

Kıskançlığın temelinde iyilik yatmasına rağmen iyiliğin fazla saf hali kötülüğe dönüşmektedir.İnsan karşısındaki kişiyi fazla sevdiğinden(!) onunla olmak ister her zaman.İyilik yapmak isterken kötülük yapmış olmaktadır ve çoğunlukla fark edemez bunu insan.(İyilik Hakkındaki Eski Bir Yazım)

Nefret ve sevgi.Çok uzak görünmelerine rağmen birbirlerine çok yakın kavramlardır.Deli ile dahi kavramları gibi düşünülebilir.Dünyanın en tehlikeli iki şeyi budur: Nefret ve sevgi.İkisinin de fazlası dünyaya zarar verir.

Kıskançlığın diğer anlamı olan yerine geçme isteği konusuna gelecek olursak,

Kıskanan insan bilinçaltında kıskandığı kişiyi kahraman olarak görebilir.Arkasından konuşabilir, laf atabilir veya kavga edecek duruma dahi gelebilir. Eleştiri gizli hayranlıktır derler.Bahsettiğim konu tam da bu.Bazı insanların kapasiteleri bellidir.Doğuştan gelen açık zihinlerinin üstünü kapatmışlar, düşünmemiş,sorgulamamışlardır.Bu da kapasitelerini belli oranda düşürmüştür.Bu insanlar çoğu şeyi becerememektedirler.Beceren insanları ise beğenmemektedirler.Bir Türk atasözü der ki "Kedi, ulaşamadığı ciğere mundar dermiş." Kafalarında yarattıkları o boş dünyalarda yapamadıkları işi yapan birilerini görünce kıskanırlar.Bu da içten içe bir nefret oluşumuna yol açar.


12 Eylül 2012 Çarşamba

Garip İnsanlar



 İnsanın kendini bilmediği bazı anlar vardır.Bir an bir yerdeyken, daha sonra başka bir yerde kendini bulduğu anlar vardır.En umulmadık zamanlarda en istemsiz şekillerde yaşanır.Bazen farkında olmadan yaşar, bazen hayattan zevk almadan yaşar, bazen yaşamak için yaşar…

Dünyanın güzelliklerini bilmeyen, tanımayan bir insanlar kümesi vardır.Sen de onlardan mısın? O halde dinlemelisin kendi iç sesini.Ne diyor? Yüreğin sana ne söylüyor? Anlamsızca yaşama hayatını, düşün, kendine gel insanlarla birlikte…

Dışarı çık, ağaçlara, kuşlara, insan olmaya şeylere bak.Ne kadar da mutlulukla, ne kadar da zekice yaşıyorlar.Hepsinin kendine uygu ölçüde zekası var.Hiç biri aptalca yaşamıyor.Peki, insanlara bak şimdi.İnsanlar ne kadar da garipler.Bak insanlara, ne kadar da mutsuzlar, gözlerindeki anlamsızlığı oku! İnsanlara bak, ne kadar da kaybolmuşlar! Onları çağırmalısın, beraber değiştirmelisiniz dünyayı kendinizle birlikte.Bunca çığlıklarının içinde, sükunete çağır onları.

İnsanlar garip, daha iyi olabilirler bundan.Neden olmuyorlar? Bir çok sorunları olduğunu düşünüyorlar ve aslında hiç biri sorun bile değil.Verimsiz kıyılarında kendilerini ne kadar da mutlu hissediyorlar.Aslında değiller! Gözlemle bu garip insanları, kendi yalnızlıkları çerçevesinde mutsuzlar, memnun değiller.Onları kıyıdan uzaklaştırmalı, denizlere açılmalılar.Konuş onlarla ! Anlat onlara dünyanın güzelliklerini.Yaşama sevincini anlat, sahte gülümsemelerle gerçek gülümsemelerin farkını anlat.Bir nebze olsa da değiştir onları.Böyle yaşamamalılar.Ne kadar da huzursuz görünüyor bu garip insanlar…

Sen mutlu olmalısın ama, huzurlu olmalısın.Kapılarını sonuna kadar aç ki gerçeği görebilesin.Kıyıdan uzaklaş be denizlere açıl.Risk al,sızlanmayı bırak ve kendine gel.Gerçek hakikat yüreğinde olacaktır.Bu garip insanların yeni bir çağa geçmesinin vakti geldi.Sen de hazır olmalısın, yeni bir çağ başlıyor…

10 Eylül 2012 Pazartesi

Yakarış


Sen bilir misin sessiz çığlıkları? Kulağın duyamasa da yüreğinin duyduğu o çığlıkları bilir misin? Sessiz çığlıklarının  arasında kulaklarını çırpınırcasına kapatmaya çalışmayı, bağırmayı, durdurmayı denedinmi o sessiz çığlıkları? Bu yakarışın çözüm olmayacağını bile bile Tanrı’ndan bir umut diledin mi?

 Hepimiz deliyiz.Kesinlikle bu bir gerçek.Sadece biraz daha fazla deli olanlar gönderiliyor.Bununla yaşamayı beceremeyenler.Siz farklı mı sanıyorsunuz kendinizi? Siz kendinizi üstün mü görüyorsunuz onlardan!? Bir tutam aklınızı korumak için akıllı taklidi yapmayı bırakın artık.Yalvarmayı, yakarmayı bırakın.

 Yakarmak ne işinize yarayacak? Hiçbir şey değişmeyecek.Sen, ben ya da o değişmeyeceğiz asla.O sessiz çığlıklar yine seni bulacak.Yine deşecek yüreğini.Ve sen hiçbir şey yapamayacaksın ! Acı olan da bu değil mi?Hiçbir şey yapamamak… Bu yüzden Tanrı’na yakarıyorsun.Bu yüzden ondan af diliyorsun.Cezalandırılmamak için sıradanlığın en büyük örneklerinden birini gösteriyorsun.

 Varmak istediğin yola böyle varamazsın.Kendini değiştirmeli ve yakarmayı, yalvarmayı bırakmalısın.Kendi gücünün farkına var.Deliliğini dahiliğe dönüştür ve yok et o çığlıkları! Kendi sıradanlığını fark et. Cesaretli ol ve risk al.Mantıklı düşün, hayal kur.Çünkü sadece mantıkla da ilerlemez bu gemi.Einstein’in şöyle bir sözü var: “Mantık sizi A noktasından B noktasına götürebilir.Hayal gücü ise her yere!” Sıradanlığı bırak.Yakarmaktan vazgeç. Aslında hiç kimse sıradan değildir!

9 Eylül 2012 Pazar

Sıkıntıların İnsanı


İnsan, sıkılmak konusunda oldukça iyidir.Hiç bir şeyi beğenmez ve sıkılır.Fazlasıyla sıkılır.Gereği yokken, amansızca sıkılır.Ne yapsa çare bulamaz.Çünkü yalnız olduğunun farkına varmıştır.Onu hayata bağlayan tek şey umutlarıdır.Günler geçip giderken umutlarından başka bir şey düşünemez.

Yalnızdır insan.Kimle olursa olsun hisseder o yalnızlığı.
Bir mesaj bekler birisinden,
 ya da çalsın diye bekleyerek telefonun başında uyur.
Gözlerini kapattığı anda farklı dünyalara varacağını bilerek uyumaya çalışır.
Geçip giden saatlerin, günlerin anlamı yoktur.Sürekli geceyi bekler, uyuyabilmek adına.Bazı geceler uyuyamaz bile, yalnızlıktan.

Kusmak ister yalnızlıktan,sıkıntıdan.Kusamaz…
Ağlamak ister, ağlayamaz…
Oyalanmak ister, oyalanamaz…
Ölmek isterken ölemez ve yaşaması da anlam ifade etmez.
O anda yaşamıyordur insan. Sadece, vardır…

Varlığı kimse için anlam ifade etmez.Sıkılmaktan da sıkıldığınının farkına vardığı gibi, içini açması için her yolu dener.Ailesiyle zaman geçirir, olmaz.Yemek yer, olmaz.Telefon ya da bilgisayar anlam ifade etmemektedir onun için.Böyle her yolu denedikten sonra dışarı çıkmaya karar verir ve arkadaşlarıyla buluşur, görüşür.Bir nebze azalmıştır sıkıntısı ama çare değildir bu.Dönünce, aynı monotonluğa da dönmüştür…

Ve sonunda aşkı bulur insan.Tüm sıkıntıları o tek bakışla geçebilmektedir.Sıkıntının yüreğine verdiği o amansız koyuluğu, tatlı bir heyecan almıştır artık. Eski sıkıntılı günlerini, yalnız günlerini hatırlar.Garip bir hüzün kaplar yüreğini..
Ağlar aşka sarılarak, ama mutluluğa mı ağlar hüzne mi, bilemez kendisi de…

8 Eylül 2012 Cumartesi

Aptallık



Bazen hiç olmanız önemsizleşir.Basit biri olabilirsiniz.Ya da aptal.Aptal olmanız hayatta bazı ek şeyler kazanmanızı bile sağlayabilir.
Aptal insanların genellikle çok fazla arkadaşları olur, ünlü ve popüler olurlar.Çünkü halkın çoğunluğu düşünmez ve aptalları izlerler.

Zeki ya da düşünür diyebileceğimiz insanlar genellikle toplumda daha düşük yer edinirler.Böyle insanlara lakap takılarak aşağılanırlar ve dışlanırlar.Yalnızlaşmaya başlar böylelikle bu insanlar.Her kalabalığa girdiğinde, bir yalnızlık başlar içine.Fazla sessizlik ya da fazla gürültü de rahatsız eder bu kişiyi.

Günümüz dünyasında kullandığımız şeyler, kullandığımız icatlar, aygıtlar hep bu kişiler sayesinde buradadır.Günümüzdeki sorun burada başlıyor.Aptal insanlar kendilerini zeki, zeki insanlar kendilerini aptal görüyorlar.Dunning-Kruger sendromu adı veriliyor bu duruma.

Aptallar popüler ve ünlü olurlar.Bir hiç olmadıklarını göstermek için ellerinden geleni yaparlar.İnsanlar kanar onlara.İçten bir şekilde taparlar bile.Kendilerini görürler.Bu insanlar sefaletten çıkmış ve başarısıyla ünlü olmuş kişiler olarak görünürler.Halbuki durum böyle değildir.Bu insanlar tamamen aptallıklarıyla bu seviyelere gelmişlerdir.

Aptallık kavramı, düşünce türünüze göre değişecektir.Hiç bir şeyi yapamayan, anlamayan anlamında söylemiyorum ben.Aptal, “düşünmeyen insan” olarak algılanabilir bu yazıda.Her ne kadar düşündüğünüze ve aptal olmadığınıza inanırsanız, o kadar aptal olursunuz aslında.

İnsan durup düşünmeli.’Aklımı ne kadar kullanabiliyorum?’ ‘Ne kadar daha kullanabilirim’ Kapasitemizin sınırlarını arttırmalıyız.En iyi başlangıç okumak olacaktır.Ne bulursanız okuyun, daha sonra araştırın, tüm fikitleri ve önermeleri öğrenin.Daha sonra akıl ve mantık süzgecinden geçirerek kendi fikrinizi oluşturun.Hayal gücünüzü de katabilirsiniz elbette.”Aptal olmayın, düşünün !”

Ölmeden Önce


İnsan ölmek üzereyken ne düşünür?
Farkına varmak üzereyken her şeyin..
Belki de tüm soruların cevaplanacağına inanırken ve buna çok yaklaşmışken
Ne düşünebilir insan?
Bir ölüm korkusu mu sarar derinden,
Yoksa yargılanmak için hazır mıdır kendince…
Ne olursa olsun bu soruların cevaplarını verebilen kişiler bize hiç ulaşamadılar.Bir filmde duymuştum.”İnsan ölmeden önce gerçekleri söyler.” Kendince olan gerçekleri mi, evrensel gerçekleri mi?
Evrensel gerçeklerin bizim gerçeklerimizle örtüşmediğini bildiğimize göre vicdanımıza göre karar vereceğiz artık..
Bakalım ölmeden önce hangi soruları cevaplayabileceğiz, ya da öldükten sonra…

Akşamüstü Aldanışı


 Denizin maviliğine aldanıp, sıcak bir gün batımında oturuyorum sessiz bir banka. Karşımda, bir iki adım ilerde deniz başlıyor. Arkamda cıvıl cıvıl bir kuş cennetini andıran bahçeler…
  Güneş yavaş yavaş batıyor. Sen git de ben geleyim der gibi bekliyor ay kenarda. Martılar yiyecek arıyorlar gökyüzünden usulca.
  Birkaç yüz metre sağımda iki insan birbirlerine sarılmış oturuyorlar. Gülümsemelerinden ve hareketlerinden, sevgili olduklarını anlıyorum. Martılara simit atıyorlar parça parça kopararak.
Mutlular bu yüce evrende. Onlara bakarken kendimden bir şeyler buluyorum sanki. Özlemle anıyorum geçmiş yıllarımı…
  Etrafım çok romantik. Güneş, şu anda denizle birleşmiş. Az sonra tamamen batacak. Deniz, artık gece olacağını hisseder gibi azaltıyor dalgalarını. Rüzgâr hafifliyor. Kuş cıvıltılarının yerini böcek sesleri alıyor yavaşça…
  Güneşten eser yok artık. Gökyüzündeki konforlu evini aya teslim ediyor bu geceliğine. Sabah bir daha göğe çıkacağını bildiğim halde içimde bir burukluk oluşuyor. Etrafım çok karanlık. Sadece dolunay tepemde loş bir ılık yayıyor etrafa. Hafiften sis var buralarda…
  Bu puslu gecede daha birkaç saattir buradayım ancak şimdiden üşümeye başladım. Bir defter ve bir kalem çıkarım duygularımı şiire dökmeye çalışıyorum. Beğenmeyip yırtıyorum bir zaman sonra. Tekrar, tekrar ve tekrar deniyorum. Taa ki beğenene kadar teker teker yazıyorum satırları…
  Karşımda bir doğa harikası beliriyor: “Yakamoz” Ayın bu denize vuran ışıltıları beni büyülüyor. Kendimden geçiyorum…
  Hava artık iyice soğudu. Toparlanmaya başlıyorum. Sıcacık yuvama gitmek için veda ediyorum bu gece de denize. Gecenin siyah ve soğuk havasına aldanıp, ayrılıyorum buradan…

28 Ağustos 2012 Salı

Karanlığın İçinden

Karanlığın içindeyiz hep.Etrafımız kötü insanlarla, bunlara göz yuman daha da kötü insanlarla dolu. Siz ne kadar isteseniz de aydınlığa çıkmayı, istemek asla yetmiyor.Bazen çalışıyor, azimle üst basamaklara tırmanmayı deniyorsunuz ama düşmekten başka bir sonuç geçmiyor elinize.Karanlığı delebilecek güçte bir umut gerekiyor.Sizi ayakta tutan tek şey bir umut bulma umudu...

Dostum, kendinen başkasına güvenme diyenlere asla güvenme. Güvenini sarsmayacağına gönülden inandığın kişilere güven.Kendine olduğu kadar olmasa da, güven bir şeylere.İnsanlara güvenemiyorsan yıldızlara güven, kuşlara güven.Aya güven.Onlar seni yanıltmayacaktır.Sen aynadaki senden daha çok içindeki sene güven.Ruhunun sesini dinle ve o sana karanlıktan çıkarmak için gerekli talimatları verecektir.

Aydınlığa ulaşmak için tutunacağın bir dal bulmalısın.Bu dala ulaşabilmek için çeşitli yollardan, sınavlardan geçeceksin.Kör olsan da, azimle çalışmalı ve aklını kullanarak yolunu bulmalısın.İnsanlara yeteri kadar güven, risk al ve yoluna devam et.Işığı bulduğunda bu ışığı yay herkese.Aydınlıktan herkes faydalanabilsin...

26 Ağustos 2012 Pazar

Bir Aşk Hikayesi

Her zaman bir aşk arardım.Merak ederdim, küçük küçük denemelerden başarısızlıkla çıkardım hep.Ama yılmadım ve seni buldum fark etmeden. ve alıştım sana, faydasızca...

Saçların, gözlerinin derinliklerinde kaybolmamı engelleyen birer pusula gibiydi.Hep yüreğinin soğuk tarafını gösterirdi... ve biz asla karanlıklarda yolumuzu şaşırmadık.Ne zaman aradıysak birer el, hep birbirimizi bulduk sessizce.Bataklığın çığırtkan çağırışlarına karşı direndik beraber.Öyle günler geçirdik ki, hafızamızın en derin noktalarına kazındı o anılar...

Yüreğin her zaman beklerdi, her sarılışında bana, gözlerim dolardı.Ben gözlerimin dolmasını sende öğrendim.Hüzün dolu sağanak yağmurlara, güneşin hissiz ve kavurucu sıcaklarına dayanabilmeyi sende öğrendim ben.Alışırdık birbirimize.Hayaller kurardık gerçekleşmeyeceğini bile bile.

Ben senin derin denizlerinde küçük birer tekneyle dolaşır gibi huzurlu bir yolculuk yapmayı severdim.Sense ellerini bir ahtapot gibi ellerime sarmayı... Biz deniz kenarlarında aşık olduk, denizin mavi kaosunda gemi seslerinin arasında aşık olduk birbirimize...

Aylar ayları, yıllar yılları kovaladı.Her şeyin bir sonu oluyordu,biliyorduk. Yavaşça ve ağlaya ağlaya bitti bu aşk. Kimse kurtaramadı yalanları,boş zemin üzerinde dolanan karıncalar gibi karışıktı kafamız..Fikirler değişti ve biz değiştik.Dünya değişti...

25 Ağustos 2012 Cumartesi

İçsel Yalnızlık

Şimdi ben burada yazıyorum, sizler okuyorsunuz, başkaları çiziyor.Hepimiz bir şeylerle uğraşıyoruz.Birazdan bu bitecek ve ben yine gideceğim yatağıma yalnızlıkla...

Sizler belki bir bara gideceksiniz,birisiyle yatacaksınız ya da bir işle uğraşacaksınız.Eninde sonunda hepimiz kendi "içsel yalnızlığımıza" gömüleceğiz.Belki ağlayacaksınız, küfredeceksiniz hayata.Ya da yalnızlığınızdan mutlu olmaya çalışacaksınız optimist bir bakışla.Kimisi kendini kandıracak yanında biri olduğu müddetçe yalnız olduğunu reddedecek.Şu bir gerçektir ki yalnız doğduk.Düşüncelerimiz yalnız bizde.Ne kadar onları anlatsak da yazsak da çizsek de.Her zaman bizdedir onlar.Yalnız öleceğiz yine bize ait olan yalnız düşüncelerimizle...

İçsel yalnızlık dediğimiz o şey var ya, kavurur insanı gizlice.Fark etmesiniz çoğu zaman, yalancı dostluklar,aşklar gelir geçer hayatınızdan.Kimseye yalvaramazsınız inandığınız tanrıdan, tanrılardan başka...

Yalnızdır insan, hep kalabalıklara karışma telaşı bundandır...


24 Ağustos 2012 Cuma

Akıl ve İnsanlar

İnsan akıllıdır.Zekasını kullandıktan sonra baş edemeyeceği zorluk yoktur.Peki insan neden kullanmaz ki zekasını? Öyle insanlar tanıyorum ki anlam veremiyorum onlara.Yapılabilecek en mantıksız şeyleri yapıyorlar.Hani ne desem yanlış oluyor.Elbette algısı farklı onların.Sonuçta yetiştiğimiz ortam, gördüğümüz şeyler yaptığımız şeylerin sebepleri olarak göze çarpıyor.

Bana doğru gelmeyen çoğu şeyin insanlar tarafından hiç bir zorluk ya da sıkıntı çekmeden yapılıyor olması düşündürüyor beni.Ben mi yanlışım onlar mı yanlış diye sorguluyorum ara sıra.Her zaman aklımı kullanarak bunu yaptığımdan dolayı benim düşüncelerim daha doğru geliyor.Ancak inanç ve vicdanımı,duygularımı katarsam bazen onlarınkiler de doğru gelebiliyor.

Yine de bazı şeyler onlar için hala yabancı.Tabulardan kurtulması gerek insanlığın.Sadece mantıklı hareket etmek de bizi bir yere götürmez.Duygu ve duyularımızı bir arada kullanabilmemiz önemli.Böylelikle başarıya ulaşabiliriz.

19 Ağustos 2012 Pazar

Zamanı Algılamak

İnsanlar hep söylerler.Şunu yaparken zaman hızlı geçti, bunu yaparken zaman yavaş geçti.Burada karışık olan bir nokta var.Elbette zamanı algılayışımız duruma göre farklılık gösterir. Daha hızlı ya da daha yavaş geçtiğini sadece 'hissederiz' ama ne olursa olsun içten içe o kadar süre geçtiğini biliyoruzdur.

Arkadaşlarınızla iken bir saat size hızlı gelmiş olabilir.Çünkü bir şeyler paylaşıyorsunuz ve mutlusunuzdur.Hızlı gelse dahi, bir saat bittiği zaman az çok bir saat geçtiğini bilirsiniz, fark edersiniz.Ya da yalnızken bir saat geçtiğini az çok tahmin edebilirsiniz.Dakikalar,saniyelerin hızını kavradığınız için zaman konusunda böyle bir sonuca varabiliyorsunuz.Ancak hiç bir zaman bir saat, yarım saat içerisinde gerçekleşmez.Bu konuda zamanı algılayışımıza göre kandırırız kendimizi.

Saate bakıyorsunuz.Saat 12:00. Bir kaç dakika sonra baktığınızda en fazla 12:05-10 olacaktır saat.Algılamanız hızlı, yavaş veya doğru olabilir.Her şeye rağmen kendinizden tamamen eminseniz hiç bir zaman bir kaç dakika içerisinde saatin yarım saat ilerlediğini göremezsiniz.Bu imkansızdır.Tabi uyumamış ya da zamanda yolculuk yapmamışsanız...

17 Ağustos 2012 Cuma

İyilik

Fazla iyiliğin kötü olduğu üzerine duyumlar alıyorum.Hem yaşadıklarım, hem de karşıma çıkan bazı tesadüf cümleler bunu kanıtlar nitelikte.Sen birisine fazla önem verirsen onu korur ve kollarsan iyilik yaptığını düşünürsün ama bu onu sıkabilir.Böylelikle sorunlar ortaya çıkacaktır.Bugün karşılaştığım cümle buydu işte:


"Zaten kötülük dediğin, aşırıya kaçmış 

iyilik değil de nedir?"

*Woody Allen

Hata Yapmak Üzerine

Herkes hata yapar.Sonuçta insanız ve hata yapmak doğamızda var.Hata yapmadan neyi öğrenmişizdir ki? Ancak hata yapmaktan korkmak bambaşka bir durumdur.Hata yapacağımızı bilmemize rağmen umut ederiz her zaman hata yapmayacağımızı. Bir kez hatayı yaptığımızda, bir daha yapmayacağımızı düşünürüz.

Kızamık olmak gibidir hata yapmak.Bir kez bulaştığında bir daha o hastalığı geçirmezsiniz.Çoğu insan böyledir ancak zekasını yeterince kullanmayan bazı insanlar bunun dışında kalırlar.Aynı hatayı tekrar tekrar yaparlar.Bir açıklaması yoktur bunun.Bazı insanlar da tamamen olmasa bile kısmen değişmiş olarak aynı hatayı yaparlar.Bunların bir kısmı düşünemeyenlerden oluşurken bir kısmı da bilimsel olarak deney türü şeyler yapan kişilerden oluşmaktadır.Niels Bohr der ki "Uzman, çok dar bir alanda yapılabilecek tüm hataları yapmış kişidir."


Kaybedecek çok şeyi olan, bazı şeylere sahip olan ve kendini ve çevresindekileri önemli gören insanlar hata yapmaktan korkarlar.Ancak kaybedecek hiç bir şeyi olmayanlar hata yapmaktan korkmazlar.Kendilerini cesur görürler.Hata yapsalar bile önemli değildir onlar için.Yaşamanın tek anlamı eğlencedir, zevktir.Bu kişiler, tehlikelidir.

Risk almak gibi bir durum da söz konusu elbette ancak kişiler ne kadar üstün olurlarsa o kadar az riske girerler.Bir bahse girdiğinizde kazanacağınızı düşünürseniz ve olasılık o yöndeyse daha çok şeyinizi verirsiniz bahis için.Risk almak bazen tehlikeli olabilir.Hayatınızda önemli bir kesiğe yol açabilir ya da üzebilir sizi.Diğer türlü ise risk almak bambaşka bir yola çıkar.Farklılığın ve eğlencenin buluştuğu bu yolda mutlu olabilirsiniz de...

Zaman zaman değişse de düşüncelerimiz, genel olarak herkes hata yapmaktan korkar.Bu da tedbirli olmamıza yol açar kimi zaman bu iyi olur bizim için, kimi zaman kötü.Sürekli değişmektedir olaya,zamana ve kişilere bağlı olarak...



15 Ağustos 2012 Çarşamba

Bilinmezliğin Tahmini

Konuya bir örnekle başlamak istiyorum.Siz hariç her şeyin bir anda sona erdiğini düşünün.Herkesin öldüğünü, her şeyin bittiğini. Ne hissederdiniz? Burada önemli olan duygu ve düşünceleriniz.Boşluk diyecektir bir çok kişi ya da hiçlik.Aynı şeylere benziyorlar ama aslında değiller. Bizim dilimizde ve düşüncelerimizde şöyle bir sorun var.Belki de zekamızdan kaynaklanıyor.Aslında bilemeyeceğimiz, yani olması imkansız olan şeylerden sonraki hislerimiz hakkında tahminlerimiz var.Bunlar yanlış da diyemiyoruz doğru da.Bazı fikirlerimiz kitaplardan, bazıları kıyamet filmlerinden, bazıları mahalle dedikodularından geliyor.Bir çok faklı neden de olabilir tabiki. doğduğumuzda kelimeleri başkalarından duyarak öğrenmemiz ve doğuştan gelen fikirlerin olmaması bunu kolaylaştırıyor.

Bilmediğimiz şeyden korkarız.Yani korkunun kaynağı genel olarak bilgisizliktir.Aslında bu gibi kıyamet senaryolarından korktuğumuz için beynimiz otomatik olarak düşünürken korkmaktadır (çünkü ne olacağını bilmiyoruz) Buna dayanarak bir bilinmezlik ortaya çıkabiliyor.Tahminlerimiz de boşluk, hiçlik gibi belirsiz kavramlar oluyor genellikle.Mantıklı düşünememenin bir sonucu.Aslına bakarsanız, her şey bir anda sona erse, kim mantıklı düşünebilir ki? Ya da düşünebilecek birisi kalır mı?

14 Ağustos 2012 Salı

Yalnız Günün Biri

Her sabah uyanırsın ilginç bir dünyaya.Yeni uyandığın için rahatlık vardır ve şaşkınsındır, rüyadan çıkmış halde... Belki yüzünü yıkarsın amaçsızca, belki yatağını toplarsın tek başına...

Öğlen olur, yorgunluk tekrar basar.Elektronik aletlerle ilgilenirsin, bulamadıysan okuyacak bir kaç satır cümle ararsın.Belki bir kitap, belki bir defter...

Akşam daha zinde hissedersin kendini.Spor yapmak ilgini çekmektedir.Gittikçe hızlanan gün geçişinde fark edersin ki, yıllar da böyle geçmekte, sessiz ve süratli...

Gece olur, sessizlik başlar.Kimileri uyumaya giderken evlerine, kimileri yeni uyanmış gibi hissetmektedir.Sen arada kaldığını hissedersin, düşüncelerin bir anda karmaşıklaşır.Her şey üstüne gelmeye başlar.Biraz durur, evine gidersin.

Geceyi geçer gün... .Uykun gelmez.Belki yazı yazmak istiyor canım diye düşünür, eline alırsın kağıdı,kalemi.. Elin varmaz yazmaya.Ya da yazar yazar silersin.Kitap okumaya çalışırsın, canın sıkılır.Yine alırsın eline telefonu,bilgisayarı, kurcalarsın boş boş bakarak ekranına...

Yatağa geçersin Sabaha doğru.Hissiz bir şekilde gözlerini tavana dikersin.Ne gözlerin kapanır o sıra, ne yüreğin..Döner, durursun yatağına.Sonunda fark etmeden uyuya kalırsın ama ne uyuma...Bir kaç saat sonra tekrar uyanırsın, bir bakmışsın ki sabah olmuş.Yine aptal bir gün başlıyor, günaydın dersin hayata...

Buna "yalnızlık" denir dünya lugatında.Yalnız kalabalıklar, kalabalık yalnızlıklar şeklinde sürüp gider bu macera.Yalnızsındır... Yalnızca, yalnızsındır...

Merhaba

Belki yıllar sonra dönüp okuyacağım bu yazımı.Yavaşça gülümseyeceğim ve vay be diyeceğim, ne kadar da basit düşünmüşüm...

Bir blogcu olmak, anarşist olmak demektir.Eleştrileri korkmadan yapabilmek demektir.Her şeyden önce açık sözlü olmayı gerektirir.

Merhaba, bugün öğrendiğim şey gülümsemek ve yeni şeyler deneyip hayata devam edebilmek.Bugün 14 Ağustos 2012 Salı.Saat 01:18 i gösteriyor.Bugün belki de bir dönüm noktası olacak benim için.Düşüncelerimi,bilgileri ve beğendiğim şeyleri sizlerle paylaşacağım. İyi geceler...

Ilgaz Onur Taş